“Birini mi bekliyorsunuz? Karşınızda oturmak ve bir oyunu paylaşmak isterim, size de uygunsa tabii.”
Bana sorduğu zaman, Karmin Kont’un hediyesi olan camtaşı laleye bakıyordum. Karşımdaki adama bakmadan önce bu sanat parçasını özenle bir kenara kaldırdım. Karşımdaki adam; genç, enerjik ve yakışıklıydı ancak gözlerini kasvet bürümüştü. Diğerlerinin varsayımlarına karşın ben de gençtim. Onaylar anlamda oyun tahtasını bir kez tıklatıp gülümsedim.
“Tabii ki! Bir Eji’derr Dansı teklifine asla hayır demem. Ben de bir istekte bulunabilirsem, acaba isminiz nedir değerli rakibim? Cömert İnci’nin bana verdiği isim, Büyük Beyaz.”
Adam, konuşmadan önce oturdu, oyun tahtama iyice baktı. Bu da Kont’tan bir hediyeydi. Pek çok volkanik taştan oluşan bu simsiyah oyun tahtasını bizzat kendi yapmıştı. Oyun setinin çakıl taşlarını boyayıp Taşdiyar’ın yedi taşının görünümünü vermişti. Karşımda oturan adam çakılları yavaş yavaş, teker teker aldı, renklerine göre ayırdı. Oyunda çakılların renkleri herhangi bir şey ifade etmiyordu, yine de yedi çukurun hepsini farklı bir renk ile doldurdu. Belki de sadece göze hitap etmesi için bunu yapmıştı. Hazırlık bittiğinde konuşmaya başladı.
“Ailemin bana hediyesi olan adım, Aine. Tahtanız oldukça zarifmiş değerli rakibim, sizin gibi zarif birine yakışır şekilde. Lükse önem veren biri değilim ancak gözlerim bu tahtaya bakmaktan oldukça hoşnut. Bana bu hoş oyunu bağışladığınız için teşekkür maksadıyla oyunu sizin başlatmanızı arzu ederim.”
“Aine… kulakta tatmin edici bir tınısı var. Öyleyse bu hoş oyununumuzu başlatayım Aine.”
Oyunu sıkıcı ama etkili olan standart bir hamle ile açtım. Aine’nin yüzü, hamleme karşı kayıtsızdı. Bu açılışı daha önce birçok kez oynamıştım ve oyunun buradan gidebileceği yönlere de hakimdim. Kendi hamlesini yaptığında hissettiğim şaşkınlığı hâlâ hatırlıyorum. Oynadığını hamle, kazanma yolunda herhangi bir yol katetmeyen bir hamleydi. Hatta bazılarının hakaret olarak algılayabileceği bir hamleydi bu ama ben kibar tavrından ötürü ona bir şans verdim. Elmasa benzemek için boyanmış çakılı oynarken konuşmamıza döndü.
“Oyun oynamak için kullandığınız tahta bile bir sanat eseri. Evet bu tahta çoğunun asla ulaşamayacağı bir lüks ama ben bunu bir problem olarak görmüyorum. Maddi her şey, elbet yeterince altını olan herhangi biri tarafından alınabilir. Ne kadar altının olduğu da çalışıp değiştirebileceğin bir şey.”
Tahtadan kendi gözlerini ayırıp doğrudan benimkilere çevirdi. Gözleri daha önce gördüğüm her şeyin ötesinde bir görkeme sahipti. Bu taşkın duyguyu daha önce de hissetmiştim ama o an nereden olduğunu adlandıramadım. Daha sonra Köprühisar’a seyahat ettiğimde her şey netleşti. Yakut’un ilahi yapıtı Eriyikgeçit’i gördüğümde hissettiğim duygu buydu. Onun kutsal gözleri, bir tanrının eseriydi.
“Ancak ne kadar çalışırsak çalışalım değiştiremeyeceğimiz tek bir şey var. Taşımız. Yüksek güçler tarafından bize zorla verilmiş bir kader.”
Support the creativity of authors by visiting the original site for this novel and more.
Taşlar hakkında hiç söylediği gibi düşünmemiştim. Taşımızı seçme hakkımız yoktu ama benim için bu hiçbir zaman önemli olmamıştı. İnci olduğum için ne şanslı hissettiğim ne de başka bir taşı kıskandığım bir an bile hatırlayamıyorum. Taşhüneri, işimde kullanmam gerekmiyordu ve günlük hayatımda da nadiren kullanırdım. İnci olmak su altında yaşamamı sağlıyordu evet ama diğerlerinin su altını ziyaret için geliştirdiği suni yöntemler de vardı. Oynadığı hamlenin ve sözlerinin kafamı karıştırmasına izin vermedim ve standart rotamdan şaşmadım.
“Biz yedi taş, bu diyarda birlikte bir hayat kurduk Aine. Artık farklılıklarımızdan dolayı aramızda savaşmıyoruz, kan dökmüyoruz. Her taş eşsiz bir renkte parlar ve gökkuşağını tamamlamak için her bir renge ihtiyacımız var.”
Sıradaki hamlesi daha normaldi ama büyük bir kusuru vardı. Bu hamle, bana birkaç tur içinde kazanmanın yolunu açmıştı. Bu fırsattan yararlandım ve usulüne göre oynamaya devam ettim. O, oyundansa bizim konuşmamızla daha çok ilgileniyordu sanki. Bu benim şevkimi kırmıştı fakat dünyamıza olan özgün bakış açısı benim de dikkatimin bir kısmını oyundan uzaklaştırmıştı.
“Bu oldukça iyimser bir bakış açısı Büyük Beyaz. Lakin savaşın yokluğu, çatışmaların yokluğu anlamına gelmez. Ben, bu çatışmalardan birinde ailemi kaybettiğim Köprühisar’da doğdum. Bana ister istisna de ister ender, ben yine de buradayım. Uyumsuz renkleri bir araya getirmektense herkesin eşit olduğu bir dünya hayal etsene. Tek renk, farklı tonlar.”
Aine, pek heyecan taşımayan bayağı hamleler ile oyunu sürdürdü. Bana oyunu kazandıracak olan hamleyi oynamama bir tur kalmıştı ve bu yoldaki son adımımı attım. Güzelce boyanmış renkli çakılları oynadığım sırada oyuna bakmadı bile. Sonunda yüzünde bir ifade vardı, tüyler ürpertici bir sırıtma. Aine’nin daha önce de etrafında ürkertici bir hava vardı ama o hava, o an karşımdakine oranla hiçbir şeydi. Cevap vermek için kurduğum sözler, bakışının sellerinde boğuldu. Ben de onun sözlerinin üzerimden akıp gitmesine izin verdim.
“Haklısın, bu harikulade diyarda birlikte bir hayat kurduk. Belki yapacağımız hiçbir şey bizi tam anlamıyla eşit yapmayacak. Yine de, ben inanıyorum ki aramızdaki bu duvarları yıkmanın bir yolu var.”
Aine, ilk tur oynadığı elmas çakılı alır almaz hatamı fark ettim. Zafere koşarken parçalarımı fazla yaymıştım. Her biri farklı bir renkteki çakıllarımı, teker teker topladı.
“Duvarlara vurduğumuz darbelerin hiçbirinin önemi yok çünkü duvarların ustaları onları hep tamir edecek. Maalesef bu ustalar bizimle anlaşmaktan yana değil, işte bu yüzden öncelikle onlardan kurtulmalıyız.”
Oluşturduğu dalgalar gerçek yüzünü göstermiş, artık onun söylediklerini net bir şekilde anlamıştım. Aine’nin gelgitinin sonucu sandığımın bu dalgalar, şehirleri hatta bütün diyarı sel basacak kadar büyüklermiş hâlbuki. Yedigen’in üyesi olarak Taşdiyar’ı korumak benim görevimdi. Evet hamlesi gösterişliydi ve vermek istediği mesajı da vermişti ama oyunu kazanmaya yeterli değildi. Usulca son hamlelerimi oynayıp galibiyete ulaştım.
“Oyun için teşekkürler Aine. İpliklerimiz tekrar kesişinceye kadar.”
Aine ayağa kalktı, gök kubbeyi andıran gözleriyle bana baktı. O an kapıldığım dehşet, hala tüylerimi diken diken ediyor. İşte tam o an anlamıştım, Aine’nin neler yapabileceğini. Yedigen’deki iş tecrübem, bana en büyük tehlikelerin gizlendiği gösterdi. Kuvvetli olan değil, iradeli olan kişi asıl güçlü olandır. Güçlü bir irade; suyu çağlar, çağladığı sudan dalgalar oluşturur, yoluna çıkan her şey bu dalgalar altında boğulur.