Ana kıtanın soğuk kesiminde yaşayan demirkuğuların dilsiz olduğu söylenir. Bu konudaki genel kanı, Taşdiyar’ın en etkileyici türlerinden biri olan demirkuğularının güzelliklerinden ötürü bir Eji’derr tarafından lanetlendiğidir. Demirkuğular aynı zamanda parlak ve soğuk demirden tüyleri ile göğü, suyu ve buzu zarif bir şekilde yardıkları dansları ile bilinir. Ömrünün sonlarına yaklaşan demirkuğular, Taşdiyar’ın en yüksek noktası olan Diyartepesi’ne uçar. Uçsuz bucaksız bu dağın tepesine ulaştıklarında kanatları genişçe açar, paslı ve kararmış vücutlarını Safir’in rüzgârına teslim ederler. Bu final ritüelinde üzerlerinde sessizlik laneti onlara bir anlığına da olsa es verir. Üzerindeki lanet kalkmış olan demirkuğu donmuş diyarlar boyunca çınlayan bir şarkı tutturur. Bu şarkı o kadar güzeldir ki duyanların daha uzun yaşadığına inanılır.
Yaşlı, buruşuk derim ne demirden ne de uçabiliyorum. Sesim çatlak ve ritmim de yok. Bunlara rağmen şarkımı söyleyeceğim ve bu pislik diyardaki herkes duyana kadar da susmayacağım.
Onun yananbegonya kokusuna ayıktım. Vücudum hâlâ son davamın akıbeti ile çatışıyor, bir süredir Kurt İni’nde dinleneduruyordum. Oysaki o vaka sözde yalın ve kolay olacaktı ama Köprühisar işlerin beklendiği gibi gittiği bir yer değildi. Taşdiyar Koruma Birliği’nin dedektifi olmak benim gibi kendinden nefret edenler için bir işti. Yok yere rahatsız olan bencil kişilerin yarattığı gereksiz tehlikelere kendimizi atarız, davadan davaya koşarken fark edecek fırsatımız olmadan saçımız ağarır…
Son görevimin beklenenden daha zorlu olmasından dolayı işimdeki durumum şu anlık dinlenme süreciydi. Onun tanıdık, acı tatlı kokusunu takip ederken sonunda boş zamanımın olduğu düşüncesi kafama daha giremeden çıktı. Kokusuna her ne kadar aşina da olsam onu kendi gözlerimle görebilmek karşımdakini gerçekçi kıldı. Karmin Kont eğer safsanız gayet hoş ve alımlı bulabileceğiniz bir adamdır fakat ben onun aslında kim olduğunun farkındayım. O, benmerkezci ve ilgisini çeken şeyleri diğer her şeyden önce tutan bir adam. Buraya benim için gelmişti, daha doğrusu ilgisini çeken her neyse tek başına halledilemeyecekti ve yardımıma muhtaçtı.
Kont’un bana getirdiği emareler, resmî çalışmalarımdan oldukça farklı olurdu. Kendisi gizemin ve bilinmezliğin tutkunu olduğundan bulduğu vakalar da kavgadan çok birer bulmacaydı. Onun arada sırada verdiği bu görevler, kafamı dolu tutmak için idealdi. Bedenim zaten kavgasız her bir günü kâr sayıyordu. Benimle birlikte birliğe katılan herkes çoktan emekli olmuştu, zümrütler dışında tabii. O yeşil halkı hâlâ anlamış değilim.
Zümrütler yaşlanmayan; suya, aşa, uykuya ihtiyaç duymayan bedenlere sahipler. Taşhünerleri ise etraflarındaki yaşam enerjisi kullanmalarını sağlıyor. Bundan yola çıkarak bazıları zümrütlerin vücutlarının kendini sürdürmek için etrafındaki yaşamı emdiğine inanıyor. Şahsen sıkı bır dayaktan iyisinin olmadığını düşündüğümden taşhünerle pek aram yoktur. Beni rahatsız eden yanları ise onların ebedî yaşamları. Zümrütlerin bir işi nasıl sonu gelmeyen ömürleri boyunca yapıp akıllarını kaybetmediklerini katiyen anlayamıyorum. Bu işi neredeyse bir gümüşelma ağacının yetişmesidir yapıyorum ve hissettiğim tükenmişlik zamanla birlikte sadece daha da kötüye gidiyor.
The narrative has been taken without authorization; if you see it on Amazon, report the incident.
Fazla alık, fazla esrik olduğum bir zamanda kıçımı kurtardığı için Kont’a borçluydum. O da bu yatırımının getirisi için gelmişti. Olayın detaylarını anlattığında derinden bir iç çektim. Bayağı bir olay olmasının yanı sıra ilgi çekici bir detayı da yoktu. Hayal kırıklığına uğramıştım fakat Kont’u tanıyordum ve onun önsezileri genelde doğru yöne işaret ederdi. Yapmam gereken tek şey bu ipliğin ucunu bulmaktı. Yakışıklı sakimiz bize özel bir an için sakladığım şişeden doldururken Kont ile olay üzerine kafa yorduk. Üçümüz eski zamanların güzelliğini şişe biterken andık. Müteakiben Kont ve ben, Köprühisar’ı terk ettik.
Hâlâ yeni yetme birer yetişkin olduğumuz vakitler; Kont mimarinin dahi çocuğu, ben ise Taşdiyar Koruma Birliği’nin süperstar dedektifi addediliyorduk. Zengindik, gençtik, zeyrektik ve istediğimiz her şeye sahiptik. Aynı baloncukayvası hasadında doğduğumuzdan ve annelerimizin yakın dostlar olmasından dolayı Kont ile birlikte yetiştik. Ben vahşi bir tazı, o sevimli maceraperest; ilişkimiz asla değişmedi. Harcayabileceğimizden fazla altınımız vardı, biz de birlikte bir malikâne yaptık.
Malikânenin benim kısmını çalışmalarıma adadım. Ofisimden nefret ediyordum ve düşüncelerimle yalnız kalacağım özel bir yere ihtiyacım vardı. Kont’un işi malikânenin dışındaki her yerdi bu yüzden de o, bölgesini kendine nezretti. Böylece malikânenin yarısı Kont’un çocuksu zevkleri ve hobileri ile doluyken benim yarım, çalışma alanını andıran bir çorbaydı. Ben malikâneye yalnızca davalarımda takılı kaldığımda gelirken o her boş vaktini mümkün olduğunca burada geçiriyordu. Bir de ikimizin de sayıp sevdiği bir kâhyamız vardı.
Malikânenin kâhyası Yılankavi Gül veya kısaca Gülkavi bizi karşıladı. O bir zümrüttü ve bizden önce annelerimize hizmet sunmuştu. Gülkavi bir zümrüttü ve muhtemelen bizim torunlarımıza da o bakacaktı. Ben bu kirli topraklara birini getirmeyi reddediyorum fakat eminim ki Kont çocuksu doğasından eninde sonunda çıkıp biriyle demir atacak. Her zaman olduğu gibi dramatik ve sevecen Gülkavi, bizi görünce gözündeki bir damla mutluluk gözyaşını sildi. Gülkavi ile esenleştikten sonra hızlı bir özür ile işimin başına koyulmak için ayrıldım.
Önce gri oda dediğim, düşünce döngümün başladığı mekâna girdim. Yere saçılmış iplikleri aldım, parmağıma nasıl battıklarını hissettim. Birini diğerinin üzerinden geçirdim, öbürünü ötekine sabitledim ve geriye bir adım attım. İpliklerin hepsi tek bir noktada kesişiyor ve başlıyordu, o da patlama uzmanıydı. O benim son şarkımın ilk notasıydı.