Novels2Search
The Immortals Shopping Mall ??? [Xianxia] [Türkçe] [English translation available on my profile]
Bölüm 9: Efendim, size nasıl hitap edebilirim? (English translation available on my profile)

Bölüm 9: Efendim, size nasıl hitap edebilirim? (English translation available on my profile)

Bölüm 9: Efendim, size nasıl hitap edebilirim?

Hepsinin birer bardak ayran istediğini gören Jin Kai’nin gülümsemesi daha da genişledi. Hemen dört ayran daha getirip masaya koydu. Toplamda altı içecek olmuştu ama bu onu pek ilgilendirmiyor gibiydi.

Ayranları tek tek önlerine dizdi ve avucunu açarak hafifçe uzattı: “Buyurun, afiyet olsun.”

Zou Çetesi üyeleri, onun bu rahat tavrı karşısında ürperdiler. Az önce gözleri kan bürümüş gibi görünen bu adam, şimdi sanki hiçbir şey olmamış gibi içecek servis ediyordu!

Zou Shun, Jin Kai’nin para bekleyen açık avucuna acı dolu bir bakış attı, ardından iç geçirerek 8 Qi Taşı ödedi.

Jin Kai, avcundaki 35 Qi Taşı’na bakıp keyifle gülümsedi. Bugün oldukça kârlı bir gündü.

Öte yandan, beş Zou Çetesi üyesi ise neredeyse ağlamak üzereydi. Önlerindeki simitlere ve ayranlara bakarken içlerinden geçirdikleri tek şey, “Siktir, hayatımın en utanç verici günü!” düşüncesiydi. Ama yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. O lanet tahta kuklanın kırbaç gibi parmakları hâlâ akıllarına geldikçe tüyleri ürperiyordu. Büyük ihtimalle bu anı yıllarca unutamayacaklardı.

Masada beş kişi, elleri önlerinde, başları utanç içinde eğik, sessizce oturdu. Ama bu, Jin Kai’nin umurumda bile değildi. O, her zamanki yerine geri dönmüş, yeni gelecek müşterileri beklemeye koyulmuştu.

Dakikalar geçti.

Zou Shun, utançla başını salladı ve pes etti.

Olan olmuştu, ölmüşe çare yoktu… Daha fazla bu konu hakkında kafa yormak saçmaydı.

Önündeki simidin mis gibi kokusuna daha fazla direnemedi ve nihayet bir parça koparıp ağzına attı.

“?!”

Büyük bir lezzet patlaması yaşandı! Zou Shun’un gözleri irileşti, kaşları havaya fırladı. Çiğnemeye devam ederken başını yana eğdi ve mırıldandı: “Bu… bu gerçek mi?”

Gevrek kabuk, içinin yumuşacık dokusuyla birleşmiş, damağında tarifsiz bir tat bırakmıştı!

Yanındaki Zou Yan, abisinin tepkisini görünce tereddütle bir parça kopardı ve ağzına attı.

İlk çiğneme hareketiyle birlikte yüzü değişti. “Şaka yapıyorsun…” diye kendi kendine konuştu.

Ama hayır, bu bir şaka değildi.

Zou Ning çoktan elini simitlere atmıştı bile. Onun ardından Zou Yijun ve Zou Jia da daha fazla dayanamayarak simitlerini kaptılar.

Beş kardeş, masanın etrafında adeta transa geçmiş gibi suskun, ama büyük bir iştahla yemeye başladılar. Her lokma daha da enfesti!

Bir anda...

“?!!”

Zou Jia birden donakaldı ve gözleri kocaman açıldı. Ardından sevinçle haykırdı:

“Kırılan elim… iyileşmiş!”

“Benim de yaralarım geçti!”

“Benim de!”

“Benim de!”

“Benim de!”

Diğer Zou Çetesi üyeleri de aynı şaşkınlık ve sevinçle bağırdı.

Zou Yan, büyük bir şaşkınlık ve gizli bir hazine bulmanın heyecanıyla, “Bu simitler gerçekten de parasını hak ediyormuş!” diye haykırdı.

Hemen ardından diğer kardeşleri de başlarını sallayarak onu onayladılar.

Bu sırada Zou Yijun, önündeki ayran şişesini eline aldı ve incelemeye başladı. Şişenin üzerinde bir not vardı: ‘Açmadan önce iyice çalkalayınız.’

Kafası karışmış bir şekilde Jin Kai’ye baktı, tam sormak için ağzını açacaktı ki…

Aniden duraksadı.

Gözleri irileşti, vücudu hafifçe titredi.

Çünkü Jin Kai’nin o korkunç yüz ifadesi aklına gelmişti!

Tüm bedeni ürperdi. “O yüz ifadesi kesinlikle bu gece kabuslarımda olacak…” diye düşündü.

Zou Yijun’un bu acınası halini gören kardeşleri de iç geçirerek başlarını salladılar. Ardından onlar da önlerindeki ayran şişelerini ellerine aldılar ve üzerindeki yazıyı fark ettiler.

Zou Ning fazla sorgulamadan şişeyi iyice çalkaladı.

Kapağı çevirdiğinde bir ‘pıss’ sesi duyuldu.

Diğer dört kardeşin gözleri hemen ona çevrildi.

Bu ses, iştahlarını bir kez daha kabartmıştı!

Zou Ning kardeşlerine hafifçe gülümsedi, ardından şişeyi ağzına götürüp küçük bir yudum aldı.

If you stumble upon this narrative on Amazon, be aware that it has been stolen from Royal Road. Please report it.

Ve o an…

Gözleri bir kez daha kocaman açıldı!

Hemen ardından büyük bir yudum daha aldı!

Onun bu tepkisini gören diğer Zou Çetesi üyeleri, hızla kendi ayran şişelerini çalkaladılar.

Birer ‘pıss’ sesi duyuldu ve hepsi aynı anda kocaman birer yudum aldı!

Bu nasıl bir lezzetti böyle!

Bu nasıl bir ferahlıktı!

Beş kardeş, gözlerini kapatarak birer yudum daha aldılar. Şu anın sonsuza dek sürmesini dilediler.

Zou Shun, büyük bir keyifle şişeyi masaya koydu, elinin tersiyle ağzını sildi ve simitten bir lokma ısırdı. Gözleri hemen tabaktaki küçük pakete takıldı.

Paketi eline aldı ve üzerinde yazan kelimeyi okudu:

“Tuz.”

Onun paketi incelediğini gören diğer dört kardeş de tuz paketlerini fark etti ve hemen merakla eline aldı.

Zou Jia şaşkın bir şekilde mırıldandı: “Neden tuz koymuş ki? Ayran tuzla daha mı iyi oluyor?”

Bu soru, diğerlerini de düşündürdü.

Zou Jia tuz paketini açıp içindeki tane tane beyaz kristalleri inceledi. Merakla dilinin ucuyla birine dokundu. Anında yüzü ekşidi.

“Bu gerçekten de tuz. Ama bir dakika… daha önce hiç bu kadar lezzetlisini tatmamıştım! Bu kesinlikle en iyi kalite tuz olmalı!”

Diğer dört Zou Çetesi üyesi, onun sözlerinden sonra iyice meraklanarak tuzdan bir parça tattılar. Aynı anda yüzleri buruştu.

“Bu gerçekten de hayatımda yediğim en iyi tuz!”

Zou Jia, tuzun bir kısmını ayrana döktü ve içecekti ki…

Aniden durdu.

“Az daha şişeyi çalkalamayı unutuyordum!”

Hemen kapağı geri kapattı ve şişeyi iyice salladı. Tuzun tamamen karıştığından emin olunca şişeyi açtı ve bir yudum aldı.

“?!”

‘ENFES!!’

İstemsizce haykırdı.

“Ayran kesinlikle tuzlu içilmeli!”

Onun büyülenmiş yüz ifadesini gören diğer Zou Çetesi üyeleri de hiç tereddüt etmeden ayranlarına biraz tuz ekleyip şişelerini çalkaladılar.

Büyük bir yudum aldıkları an…

“ENFES!” diye aynı anda haykırdılar.

“Tuz, ayranın lezzetini üç katına çıkardı!”

Eğer Lin Feng burada olsaydı, kesinlikle içinden küfrederdi. Çünkü daha önce ne ayran şişesinde ne de tuz paketinde böyle bir açıklama vardı!

Tam o sırada, Çılgın Yijun’un aklına parlak bir fikir geldi. Bir tutam tuzu simidin üzerine serpti ve büyük bir ısırık aldı.

Gözleri aniden büyüdü. Yüzüne heyecanlı bir gülümseme yayıldı.

“Bir deneyin!” dedi heyecanla.

Zou Yan onun hareketini tekrarladı. Simidin son parçasına bir tutam tuz ekledi ve ağzına attı.

“Müthiş!”

Gözleri bir kez daha büyüdü.

Onun tepkisini gören diğer Zou Çetesi üyeleri de meraklandı.

“Tuzlu simit mi?” diye mırıldandı Zou Shun, şüpheli bakışlarla. Denemek için simidin üzerine biraz tuz serpti ve bir ısırık aldı.

Ve…

Kendini tutamayıp haykırdı:

“Enfes!”

Beş kardeş, tuzlu simitle tuzlu ayranın tadını çıkarırken aniden Zou Ning daha da çılgın bir fikirle ortaya çıktı.

Dört kardeşinin gözleri büyüdü.

Çünkü…

Zou Ning, simidi ayrana batırdı!

Ayrana daldırılan simit hızla ıslandı, hafif hamurumsu bir kıvam aldı. Susam taneleri ayranın içine dağıldı.

Herkes nefesini tuttu.

Zou Ning simidi ayrandan çıkardı, beklenti dolu bir bakışla büyük bir ısırık aldı.

Dört kardeşi de gözlerini ona dikmişti. Ancak bekledikleri tepki gelmeyince kaşlarını çattılar.

Neden Zou Ning tepki vermiyordu?

Tam bu soruyu düşünürlerken…

Zou Ning’in gözlerinden bir çift gözyaşı süzüldü.

Ve bu görüntü, dört kardeşinin de anında birer parça simidi ayrana daldırıp ağızlarına atmalarına sebep oldu!

Ve…

“?!”

Büyük bir şaşkınlık, dördünün de yüzüne yayıldı.

Ancak bu şaşkın bakışların hiçbiri olumlu değildi.

“Senin damak zevkine sıçayım!” diye patladı Zou Yan, istemsizce. Gözleri Zou Ning'e öfkeyle dikilmişti.

Zou Çetesi içinde bu lezzetten en çok nefret eden kişi Zou Ning olmuştu. Ağzındaki lokmayı zorla yutabilmişti.

Zou Shun ve Zou Yijun ise bu tadı tamamen kötü bulmasalar da vazgeçilmez bir şey olarak görmüyorlardı. Simidi ayrana batırmak yerine, ikisini ayrı ayrı tüketmeyi tercih ederlerdi. İster ağızlarında ister midelerinde karışsın, ama dışarıda değil!

Beş Zou kardeş, keyifle simitlerini, ayranlarını ve çaylarını yudumlamaya devam ettiler…

Zaman hızla aktı.

On dakika geçmişti.

Zou Yijun, Zou Yan, Zou Ning, Zou Shun ve Zou Jia, büyük bir iştahla son simit parçalarını bitiriyorlardı. Hatta o sırada iki simit daha sipariş etmişlerdi.

Tam o sırada, Zou Shun aniden duraksadı. Kaşlarını çattı ve şaşkınlık içinde kardeşlerine baktı. Kendi kendine mi yoksa onlara mı sorduğu belli olmayan bir şekilde mırıldandı: “Ben neden az önce aptalca saldırganlaştım?”

Bu soru, diğer Zou Çetesi üyelerini de afallattı.

“Evet… Bize az önce ne oldu? Biz asla böyle saçma bir hareket yapmazdık!”

“Doğru! Bugüne kadar her zaman dikkatli olmuşuzdur. Nasıl olur da aniden kontrolümüzü kaybettik?”

Kafa karışıklıkları hızla korkuya dönüştü. Bir anda üzerlerine bir ağırlık çökmüş gibi hissettiler. Ter damlaları alnından süzülmeye başladı.

Zou Yan, alnındaki teri elinin tersiyle silerek hafifçe titredi. Ardından korkulu bir sesle fısıldadı:

“Bize kötü ruhlar musallat olmuş olabilir mi?”

Bu söz, ortamı buz kesti. Zou Çetesi'nin üyeleri bir anlığına nefes almayı unuttular.

Ardından, Zou Shun bu fikri hızla reddetti: “Kötü ruhlar sadece efsanelerde olur! Hem biz sadece dövüş acemileriyiz, nasıl böyle bir şey başımıza gelebilir ki? O kadar da şanssız olamayız!”

Ancak Zou Jia, hızla çalışan zihniyle daha da tedirgin edici bir düşünceyi dile getirdi: “Ama ben… İçimde aniden yükselen garip bir öfke hissettim. Sanki bir şey zihnimi ele geçirmişti ve bana masaya vurmayı emrediyordu.”

Bu sözler, diğer Zou Çetesi üyelerinin gözlerinde bir parıltı yarattı. Bir şeyleri hatırlıyor gibiydiler.

Zou Shun ürperdi.

“Evet! Ben de bir anda tüm mantığımı kaybettim! Hatta bu dükkânı yerle bir edip dükkân sahibini öldürmek istedim! Oysa daha az önce onun hakkında bilgi toplamaya çalışıyordum! Neden bir anda böyle aptalca bir karar verdim ki?”

Bu itiraf, diğerlerinin de tüylerini diken diken etti.

“Galiba gerçekten de kötü ruhlar bize musallat oldu…” diye titrek bir sesle fısıldadı Zou Ning.

Tam o anda Zou Shun, bir gerçeğin farkına vardı. Sesini alçaltarak düşündü: “Dükkân sahibi… Gizli bir uzman olmalı. Hem de bizi sadece tahta bir kuklayla dövebilecek kadar güçlü biri! Eğer öyle olmasa, nasıl bir tahta kukla tarafından dayak yiyebilirdik?”

Bu sözleri söylemesinin bir sebebi vardı. Bu Jin Kai’ye yöneltilmiş dolaylı bir soruydu. Sesini alçaltma sebebi ise sanki ona sormuyormuş gibi gözükmekti. Jin Kai bu soruyu cevaplasa iyi olurdu ama cevaplamasa da Zou Shun’un hiçbir kaybı olmayacaktı…

Beş Zou Çetesi üyesi, büyük bir merakla Jin Kai'nin tepkisini bekledi.

Ama… Jin Kai cevap vermedi.

İki dakika süren bir tartışmanın ardından Zou Shun, nihayet cesaretini toplayıp Jin Kai'ye seslendi: “Efendim, size nasıl hitap edebilirim?-”

Jin Kai’nin gözleri hafifçe parladı. Heyecanla gülümsedi ve Zou Shun’un sözünü kesti: “Bir şişe ayran daha mı istiyorsun?”

Zou Shun'un cesur ifadesi anında dondu. Hafifçe gülümsemeye çalışarak, “Hayır, ben-” diyecek oldu ama…

Jin Kai’nin gülümsemesi hafifçe soldu. Onun sözünü bir kez daha kesti: “Simit mi istiyorsun?”

Zou Shun’un ve kardeşlerinin alnında soğuk terler belirdi.

Zou Shun, hafifçe yutkunarak tedirginlikle cevap verdi: “Hayır-”

Jin Kai’nin gülümsemesi tamamen kayboldu. Kaşlarını çattı, hafif bir şaşkınlıkla bir kez daha sözünü kesti: “Yiyecek ya da içeceklerde mi bir problem var?”

Zou Shun'un tedirginliği daha da büyüdü: “Hayır-”

Jin Kai’nin dudak kenarı hafifçe kıvrıldı, kaşları hafifçe kalktı. Küçümseyen bir ifade belirdi yüzünde. Ve o meşhur söz, dudaklarından döküldü:

“HAA?!? O ZAMAN NE SİKİME BENİ RAHATSIZ EDİYORSUN?!”