Bölüm 7: Peki bu durumda ne yapardınız?
(“Siktir, bu hikayenin ana karakteri ben olmalıydım. Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’ni kurmamız gerekiyordu. TÜM EVRENE HÜKMETMEM GEREKİYORDU! NEDEN BÖYLE OLDU?! NEDEN BU SADECE BENİM BAŞIMA GELİYOR?!!”) diye acı içinde düşündü AVM Sistemi, Jin Kai’nin zihninde bir sağa, bir sola yürürken.
Ardından bana baktı ve sinirli bir şekilde sordu: (“Hala bilgi almadın mı?!”)
Hayır…
Yazar, Yazar Destek Sistemi’ne durumu anlattın mı?
Yazar notu: Evet. Sorunu anlamaya çalışıyorlar.
“Sikik aptallar. Bu AVM’yi götünüze sokmamı istemiyorsanız çenenizi kapatın,” diyerek tehdit etti Jin Kai bize bakarak.
Ardından size döndü ve “Sizde çenenizi kapatın yoksa sizi Zamazingo’ya yedirmekle kalmam, aynı zamanda sevdiğiniz tüm o aptal çöp karakterleri paramparça yaparım; Tao’nun zirvesine ulaştığını ve hatta Tao’yu aştığını okuduğunuz o aptal ezikleri…”
Ben: …
Yazar notu: …
AVM Sistemi: …
Jin Kai elini salladı ve çığlıklar havada yankılandı:
“Aynen, yaptın bak şimdi-“
‘Hmm? Ne zaman uyudum ki ben? Neden durduk yere rüya görüyorum?’
‘????!!!!!!!!!!’
“ÖZÜR DİLERİM LÜTFEN BENİ BAĞIŞLA”
“SAĞ KOLUMU KESİP, 1000 DEFA SECDE EDECEĞİM, LÜTFEN ÖLDÜRME BENİ!”
“BEN MASUMUM!!”
“ANNE, KURTAR BENİ!!”
“HAYIR!!!”
…
Yaklaşık 1000 farklı kişi aynı anda Zamazingo’nun midesine indi ve yerlerine hiçbir şeyden habersiz klonları geçti.
Ben, yazar, AVM Sistemi ve Yazar Destek Sistemi: (“Siktir, bu gidişle tüm işimizi mahvedecek bu adam. Bilerek herkesi kışkırtıyor!”)
…
Günler geçmeye devam etti.
Ölümsüzler Alışveriş Merkezi, Sokak Lezzetleri Dükkanı:
“Ha? Neredeyim ben?” Lin Feng şaşkın bir şekilde kafasını kaldırıp etrafına bakındı.
Hemen karşısında Jin Kai'nin kendisine dikkatle baktığını fark etti. Hafifçe yutkunarak, “Patron Jin...” diye mırıldandı ve...
“!!!”
Birden hayatın anlamı değişti! Şokla dizlerinin üzerine kapandı, gözleri yaşla dolmuştu. “Bu iyiliğinizi asla unutmayacağım Patron Jin! Ölsem bile, hatta öldükten sonra bile size minnettar kalmaya devam edeceğim!” diye bağırdı.
Jin Kai, duygusuz bir ifadeyle onun teşekkürünü kabul etmekle yetindi.
Bu sırada Picockyo, gözleri seğirerek Lin Feng’e bakıyordu. Yan tarafta ise Zamazingo, Picockyo’yla telepatik bir şekilde alay ediyordu:
{“Hahaha. Seni gerçekten bilinçsiz bir kukla sanıyor!”}
Picockyo homurdandı ama cevap vermedi.
Lin Feng gülümseyerek Jin Kai'yi son bir kez daha selamladı ve dışarı çıktı. Geçmişi geçmişte bırakmalıydı. Artık gerçek bir erkek gibi dünyayı kasıp kavurmanın vakti gelmişti!
Bu sırada xiulian seviyelerinden bahsetmekte fayda vardı.
9 büyük alem vardı ve her bir büyük alemin bir unvanı vardı:
1: Dövüş Acemisi
2: Dövüş Çırağı
3: Dövüş Kalfası
4: Dövüş Savaşçısı
5: Dövüş Ustası
6: Dövüş Lordu
7: Dövüş Kralı
This tale has been pilfered from Royal Road. If found on Amazon, kindly file a report.
8: Dövüş İmparatoru
9: Dövüş Atası
İlk xiulian alemi Dövüş Acemisi seviyesiydi ve bu kişiler Dövüş Acemisi olarak adlandırılırdı.
Ayrıca her bir büyük alemin 10 tane de küçük alemi vardı. Küçük alemler ise “yıldız” olarak adlandırılırdı.
5 Yıldızlı Dövüş Acemisi, 0 Yıldızlı Dövüş Çırağı, 10 Yıldızlı Dövüş Çırağı vs.
…
Zaman hızla akıyor, günler birbirini kovalıyordu.
Lin Feng bu süreçte Ölümsüzler Alışveriş Merkezi'ne hiç uğramamıştı. Tüm dikkatini xiulian uygulamalarına vererek sınırlarını zorluyordu. Hedefi açıktı: Bir an önce 10 Yıldızlı Dövüş Acemisi olmak!
Bu sırada Ölümsüzler Alışveriş Merkezi'nin Sokak Lezzetleri Dükkanı ise sessiz ve boştu. Hiç müşteri gelmemişti.
Tam o anda kapı açıldı ve içeriye beş kişi girdi. Jin Kai’nin gözleri heyecanla parladı.
Gelenler Zou Çetesi üyeleriydi. Zou Çetesi, kan bağı olmayan beş yetimin bir araya gelerek oluşturduğu bir topluluktu. Gerçek soyadları olmasa da kendi aralarında “Zou” soyadını benimsemişlerdi.
Grup şu üyelerden oluşuyordu:
Zou Shun: Erkek, 5 Yıldızlı Dövüş Acemisi (lider)
Zou Yan: Erkek, 4 Yıldızlı Dövüş Acemisi (yardımcı lider, sağ kol)
Zou Yijun: Kadın, 5 Yıldızlı Dövüş Acemisi (Çılgın Yijun lakaplı, deli dolu ve öfkeli)
Zou Ning: Erkek, 4 Yıldızlı Dövüş Acemisi
Zou Jia: Erkek, 3 Yıldızlı Dövüş Acemisi
Jin Kai hemen yüzüne sıcak bir gülümseme yerleştirerek misafirlerini karşıladı. Para harcayacak müşteriler onun için her şeyden önemliydi.
Sanırım öyle?
(Gözlerim seğirmiş bir şekilde Jin Kai'ye baktım. Ah şu saçmalık…)
Zou Çetesi içeri girer girmez simit ve çayın enfes kokusuyla karşılaştı. Mide guruldamalarını bastıramadılar.
“Bu nasıl bir kokudur böyle!” diye ağzından kaçırdı Çılgın Yijun, gözleri simitlere kilitlenmişti.
Zou Shun ve diğerleri de başlarını sallayarak onun sözlerini onayladılar.
Yijun hızla Jin Kai'nin önüne geçip parıldayan gözlerle simitleri işaret etti. Ağzından akan salyalar eşliğinde emretti: ”Hemen bana altı simit hazırla!”
Jin Kai'nin gülümsemesi daha da genişledi. Hızla simitleri hazırlamaya koyuldu. Küçük kızın tek başına altı simit yiyecek olması onu aşırı heyecanlandırmış gibiydi.
“Bu küçük kız bile altı simit yiyecekse, diğer dördü en az üçer simit yer!” der gibi bir yüz ifadesi vardı.
(...)
Bu sırada Zou Yan, Jin Kai’yi işaret ederek Zou Shun’a fısıldadı: “Abi, bu adam bir ölümlü! Burada bir ölümlü nasıl dükkân açabilir ki? Kesin garip bir şeyler dönüyor.”
Zou Shun’un gözleri kısıldı. Dükkanı dikkatlice incelemeye başladı. Bu durum gerçekten de tuhaftı.
Yükselen Gök Şehri bir kültivatör şehriydi. Elbette burada ölümlüler de vardı; ancak bunlar ya henüz xiulian uygulamaya başlamamış genç kültivatör adayları ya da kültivatörlerin köleleriydi.
Fakat tamamen sıradan ve kültivatörlerden habersiz bir ölümlünün burada kendi başına dükkân işletmesi? Bu gerçekten saçma bir durumdu.
“Büyük ihtimalle dükkânı geçici olarak işletmesi için bırakılmış bir köledir,” diye yorum yaptı Zou Shun. Ancak yüz ifadesi, bu açıklamaya pek inanmadığını açıkça ele veriyordu.
Çünkü burası şehrin merkezi değil, ücra bir mahalleydi.
Kültivatörlerle ilgilenmesi için bir ölümlü köleyi kullanmak mı? Bu, yalnızca yüksek mevki sahibi seçkin kişilerin cesaret edebileceği bir davranıştı.
Fakat burası sıradan bir mahalleydi. Burada kim bir ölümlüyü müşteri karşılamakla görevlendirebilirdi ki?
Dahası, bunu şehir merkezinde yapmak bile kolay değildi. Sonuçta kültivatörlere bir ölümlü gönderilmesi açık bir aşağılama sayılırdı.
Ne olmuş yani? Diyelim ki Dövüş Savaşçısı seviyesindesin... Ama seni karşılamaya bir ölümlü gönderiyorum!
Bu davranış kesinlikle alenen bir küçümseme anlamına gelirdi.
Ücra mahallede ise durum çok daha karmaşıktı. Buradaki kültivatörlerin büyük bir kısmı, şehir merkezinde itilen, kakılan, arka planı olmayan, serseri tiplerden ibaretti. Onlar, ezilmeyi ve hor görülmeyi defalarca yaşamış insanlardı.
Boyun eğmeyenler ise büyük klanların muhafızları tarafından çeşitli bahanelerle acımasızca öldürülüyordu.
Bu yüzden burada hayatta kalanların çoğu, yaşadıkları aşağılanmaları güçsüz bulduklarına katbekat yaşatmaya alışmıştı.
Çünkü insanlar acı dolu hayatlar yaşadıklarında genellikle ikiye ayrılırdı:
Çoğunluk, “Ben acı çektim, başkaları da çekmeli!” diyerek gördükleri eziyeti çevrelerine birkaç kat fazla yaşatırdı. Kaynanaların sevilmemesi, kötü ebeveynlerin varlığı ve nesiller boyu süren aile düşmanlıklarının altında da bu zihniyet yatardı.
Ancak çok az insan, “Ben yeterince acı çektim, bu acı benimle son bulmalı,” derdi. Onlar yaşadıklarının tam tersini başkalarına yaşatır, örnek insanlar olurlardı.
Bu mahallede ise çoğunluk açıkça ilk gruptaydı. Geçmişin acılarını başkalarına yaşatmaktan zevk alıyorlardı.
Bu durum anlaşılabilirdi elbette.
Bir köle olduğunuzu hayal edin...
Her adımınız izleniyor. Her lokmanız, hatta aldığınız her nefes kontrol altında. Göz açıp kapayıncaya kadar bir hata yaparsanız sırtınıza kırbaç iniyor.
Arkadaş edinmek mi? Mümkün değil. Zaten yasak. Hem yasak olmasa bile birisine güvenmek ölüm demektir. Güvenmek, sırtınızda bir hançerle uyanmak anlamına gelir.
Böyle bir hayatta otuz yıl boyunca sürünerek acı çektikten sonra aniden rütbe atladığınızı hayal edin.
Artık dayak yiyen, aşağılanan taraf siz değilsiniz. Artık emir veren, ceza kesen taraftasınız.
Peki o an ne yapardınız?
Geçmişin izlerini geride bırakıp adaletli biri mi olurdunuz? Yoksa yıllar boyunca hissettiğiniz o çaresizliğin intikamını, başkalarına daha da kötüsünü yaşatarak mı alırdınız?
İşte bu mahalledeki kültivatörlerin büyük çoğunluğu ikinci yolu seçmişti. Çünkü bu döngüyü kırmak, sandığınızdan çok daha zordu.
Hayatta kalabilmenizin en büyük nedenlerinden biri, farkında olmasanız da rütbe atladığınız günün hayalini kurmanızdı. O gün gelene dek her gece bu hayalle uyudunuz ve tüm o acıya direndiniz.
Her gece sıcak bir yatak, buharı tüten bir kase çorba ve belki de tabağınızda küçücük bir parça et hayaliyle dayandınız kırbaçlara...
Ve şimdi?
Artık tüm bu çabanın meyvesini yeme zamanı gelmişti. Nihayet rütbeli bir köleydiniz!
“Ne?! Ben o kadar acı çektim, direndim, sayısız defa bu piç kölelerin aptalca isteklerine boyun eğdim. Hayatımı zorlaştırmalarına rağmen bir defa bile sesimi çıkarmadım! Hepsi bugünü kazanmak içindi!”
‘Şimdi siz hiçbir şeyden anlamayan, hayatında tek bir gerçek acı çekmemiş orospu çocukları bana kalkıp tüm bunları unutmamı mı söylüyorsunuz?!’
‘Bu piç kölelere iyi davranmam gerektiğini mi söylüyorsunuz?! Siz kafayı mı yediniz?!’
‘Çektiğim acılardan haberiniz var mı?! Bunları kazanmak için nelerden vazgeçtiğimi biliyor musunuz?!’
‘Onlar nasıl olur da benim yıllarca acı ve aşağılama çekerek kazandığım şeylere, tek bir damla ter bile dökmeden sahip olabilirler?!’
‘Gerçek adalet bu mu?! Hayır, eğer benim gibi ayrıcalıklardan faydalanmak istiyorlarsa, en az benim kadar acı çekip bu hakka kavuşmalılar!’
Bu düşünce doğru mu, yanlış mıydı? Bu tamamen kişisel bir tartışma konusuydu. Ancak değişmeyen bir gerçek vardı ki; böyle düşünen insanların oluşturduğu zincir, her halkada daha da kızışır ve sonunda patlayarak büyük bir yıkıma sebep olurdu.
Bu sırada Zou Shun’un zihni hala dükkân sahibinin kim olduğunu çözmekle meşguldü.
(“Ondan hiçbir aura hissedemiyorum…”) diye düşündü, aklında bir sürü soru vardı.
(“Acaba tüm aurasını saklayacak kadar güçlü biri mi? Ama öyle biri neden gücünü gizlesin ki? Normalde böyle biri gücünü göstere göstere hava atar. Dahası, eğer bu kadar yetenekliyse neden şehrin merkezinde değil de burada dükkân açsın?”)
Ne kadar düşünse de mantıklı bir açıklama bulamıyordu.
Jin Kai simitleri tabağa özenle yerleştirip Çılgın Yijun’a uzattı. Ardından eliyle işaret ederek sordu: “Bir şey içer misin? Taze ayranım ve çayım var.”
Simidin iştah açıcı kokusuna daha fazla dayanamayan Çılgın Yijun, düşünmeden cevap verdi: “İkisinden de getir.”
Jin Kai’nin gülümsemesi genişledi. Şovunu yaparak bir bardak çay ile bir şişe ayranı hızlıca tabağın özel bölmelerine yerleştirdi.
Zou Yijun, ağzından akan salyalar eşliğinde tabağı kapıp simitlerin keyfini çıkarmak üzereyken…
Jin Kai elini uzatıp onu durdurdu.
Avucunu açarak sakin bir şekilde konuştu: “Borcun 27 adet Seviye 1 Qi Taşı.”
Ortam aniden buz kesti.