Novels2Search
The Immortals Shopping Mall ??? [Xianxia] [Türkçe] [English translation available on my profile]
Bölüm 4: Zayıflatma özellikli ayran (English translation available on my profile)

Bölüm 4: Zayıflatma özellikli ayran (English translation available on my profile)

Bölüm 4: Zayıflatma özellikli ayran

Saatler geçti, sabah oldu.

Jin Kai, her zamanki gibi dükkanını açtı ve heyecanla müşterileri beklemeye başladı. Bir yandan sıcak bir bardak çay içiyor, bir yandan da kendi kendine “Para, para, para...” diye mırıldanıyordu.

Sanki para kazanmaya ihtiyacı var da bu saçmalıkla ilgileniyormuş gibi-

AHHH!!!

(Yeter! İstifa ediyorum! Yeter! Bu şartlar altında çalışamam!)

AHH!!

Tamam, tamam! İndir elini, bir şey demedim!

Bir saat hızla geçti.

Kapı gıcırdayarak açıldı.

Gelen kişi Lin Feng’den başkası değildi.

Lin Feng, Jin Kai’yi görünce istemsizce biraz utandı ve başını eğdi. Dünkü utanç verici olay hâlâ aklından çıkmamıştı. Ama simit ile çayın o enfes lezzetine nasıl karşı koyabilirdi ki?

Onun içeri girmesiyle birlikte Jin Kai’nin gözleri ışıldadı.

Lin Feng, yüzünü çelik gibi sertleştirdi, kafasını kaldırdı ve “Günaydın, Patron Jin,” diyerek Jin Kai’yi selamladı. Ardından hafif bir utançla Picockyo ve Zamazingo’ya döndü ve ekledi: “Günaydın, Büyük Usta Picockyo. Günaydın, Büyük Usta Zamazingo.”

(‘Bir kuklayı ve bir horozu selamlamak gerçekten de utanç verici…’)

Kendi kendine acı bir şekilde gülümsedi.

Jin Kai hemen dostane bir gülümseme takındı, hızla boş bir masa ve sandalye işaret ederek Lin Feng’i buyur etti: “Hoş geldin, sevgili müşteri. Ne sipariş etmek istersin? Bugün simit ve ayran kombinasyonunu denemeni tavsiye ederim.”

Jin Kai’nin, dünkü olayı hiç yaşanmamış gibi karşılaması Lin Feng’in gözlerini sulandırdı.

(“Patron Jin gerçekten de kocaman bir yüreğe sahip. Beni utandırmamak için hiçbir şey olmamış gibi davranıyor!”)

Onun gözlerinin dolduğunu gören Jin Kai, zihninde gözlerini devirdi.

(“Siktir, beni korkuttun! O da neydi lan öyle?!”)

AVM Sistemi, Jin Kai’nin iç sesinde gözlerini devirdiğini görünce korkuyla küfretti ama hemen ardından kime küfrettiğinin farkına vardı. Hızla ağzını kapattı. Sonra, filmlerdeki gibi hiçbir şey olmamış gibi yaparak konuyu değiştirmek için yukarı bakarak ıslık çalmaya başladı. Hatta bir yandan ayağıyla yeri tekmeleyip toz çıkardı.

(“Bugün hava ne güzel…”)

Jin Kai, onun saçmalığını tamamen görmezden gelmiş gibi görünüyordu.

Bu sırada Lin Feng hâlâ yaşlı gözlerle Jin Kai’yi içinden övüyor, Jin Kai ise onun sipariş vermesini bekliyordu.

Jin Kai’nin kaşları ve dudağı bu absürt durum karşısında seğirdi. Yüzündeki gülümseme yarıya düştü ve bir kez daha sordu: “Ne sipariş etmek istiyorsun?”

Ses tonu, bu saçmalıktan bir an önce kurtulmak istiyor gibiydi.

Lin Feng, aniden nerede olduğunu hatırladı ve bu gizli uzmanı kızdırmamak için hızla cevapladı: “Evet, evet. Bir simit ve bir ayran istiyorum.”

Jin Kai’nin gülümsemesi bir kez daha nazik ve dostane bir hal aldı. Tezgâhın altından kristal berraklığında bir tabak çıkardı ve tezgâhın üzerine koydu. Sonra cam dolabı açıp içinden altın sarısı, enfes bir simit aldı ve tabağa yerleştirdi.

Ama... sadece bu kadarı yeter miydi?

Elbette ki hayır. Simit kuru kuru gitmezdi.

Bu yüzden dolaptan buz gibi soğuk bir ayran aldı ve tabaktaki özel ayran bölmesine koydu.

If you spot this story on Amazon, know that it has been stolen. Report the violation.

Bu bölme özel olarak tasarlanmıştı. Sonuçta sıcak ve soğuk yan yana olursa birbirlerini dengelemeye çalışır, simit soğur, ayran ısınır ve tam bir felaket olurdu. Ama bu özel bölme sayesinde, simit sıcaklığını, ayran ise soğukluğunu koruyordu.

Jin Kai, hazırladığı tabağı inceledi ve memnuniyetle başını salladı, ama hâlâ bir şey eksikti.

Dolabın özel bir bölümünden küçük bir tuz paketi aldı ve ayranın yanına yerleştirdi. Son olarak tabağı aldı, Lin Feng’in önündeki masaya koydu ve gülümseyerek: “Afiyet olsun.” dedi.

Lin Feng, Jin Kai’nin bu nazik davranışı karşısında heyecanlandı.

Bir gizli uzman tarafından iyi dilek almak gerçekten gurur verici bir şeydi. Bu yüzden içten bir şekilde karşılık verdi: “Teşekkür ederim-”

Fakat Jin Kai’nin, para bekleyen, açık avuç içini görünce istemsizce son kelimesini yuttu ve heyecanlı yüz ifadesi garip bir hale büründü. Hemen aklına dünkü olaylar geldi. Bu yüzden hızla cebinden para kesesini çıkarıp: “Borcum ne kadar?” diye sordu.

Jin Kai’nin gülümsemesi daha da büyüdü: “6 Qi Taşı.”

Lin Feng biraz acı içinde, “6 Qi Taşı…” diye mırıldandı ama hiç zaman kaybetmeden 6 Qi Taşı alıp, Jin Kai’ye uzattı.

Jin Kai, büyük bir keyifle parayı aldı ve bir kez daha yüz ifadesi umursamaz bir hale büründü. Hızla tezgâhın arkasına geçti ve heyecanla müşteri beklemeye başladı.

Lin Feng, her ne kadar bu davranışını daha önce görse de yine de garipsedi ve “Gizli uzmanları anlamak için başka bir gizli uzman olmak gerek…” diye düşündü.

Giden 6 Qi Taşı için üzülse de yüzü hızla heyecanlı bir ifadeye büründü. Sonunda, enfes simidi bir kez daha yiyebilecekti!

Bir de hayatında ilk defa varlığından haberdar olduğu ‘ayran’ içeceğini deneyecekti.

Büyük bir heyecanla ayrana baktı. Jin Kai’nin servis ettiği gizemli içecek, onun için büyük bir lütuftu.

Hemen ayranı büyük bir dikkatle incelemeye başladı, ama gülümsemesi hızla kayboldu!

(“Siktir!”) diye içinden küfretti, paketteki tuzu görünce.

Hızla aklına dün yaşadığı küp şeker olayı geldi ve alnını tokatladı.

Ama bu sefer aynı hatayı yapmayacaktı.

(“Hah. Bu sefer aynı tuzağa düşmem.”) diye gururla düşündü ve ardından Jin Kai’ye seslendi.

“Patron Jin-”

Onun seslendiğini gören Jin Kai biraz heyecanlandı ve hemen sözünü kesti: “Bir şişe ayran daha mı istiyorsun?”

Lin Feng’in gururlu ifadesi aniden dona kaldı: (“Siktir, sanki bu anı daha önce yaşamıştım…”)

Kendisini gülümsemeye zorladı ve “Hayır, ben-”

Jin Kai’nin gülümsemesi hafifçe soldu ve onu bir kez daha böldü: “Simit mi istiyorsun?”

Lin Feng’in alnında terler belirmeye başlamıştı.

“Hayır-”

Ama “hayır” kelimesinin her bir harfini telaffuz ettiği her an, Jin Kai’nin yüz ifadesinin gittikçe solduğunu fark etti ve Jin Kai bir kez daha onun sözünü bölmeden önce hızla “ÇAY İSTİYORUM!” diye bağırdı.

Jin Kai’nin, “HAA?! O zaman ne sikime beni rahatsız ediyorsun?!” demesine fırsat vermek istemiyordu.

(“Siktir, az daha yine aynı hatayı yapacaktım!”) diye düşündü ve ardından büyük bir gururla Jin Kai’ye baktı. Onun, kendisine bir kez daha dostane bir şekilde baktığını görmek için sabırsızlanıyordu. Bir karınca, bir ejderhayla konuşma fırsatı yakalamak için tüm kolonisini feda edebilirdi.

Ama hayat acıydı.

Jin Kai’nin, tam anlamıyla “Sen kimi koparıyorsun?” der gibi; kaşları kibirle kalkmış, dudağının bir kenarı gangster edasıyla yukarı kıvrılmış ve ağzı küçümseyici bir şekilde aralanmış halde, kendisine baktığını gördü.

(“Neden bana öyle bakıyor?”) diye düşüncesini tamamlayamadan, o meşhur bağırış kulaklarına ulaştı:

“HAA?!? Burası sana hayır kurumu gibi mi gözüküyor?!”

Lin Feng şaşkın bir şekilde Jin Kai’nin ne demek istediğini anlamaya çalıştı ve zihnini %100000000 oranında çalıştırarak düşünmeye başladı. Her saniye trilyonlarca düşünce zihninin içinde çarpışıyor ve bu da hızla kilo vermesine neden oluyordu.

Şu anda doğru cevabı bulmak için kesinlikle Bilgelik Gu’suna ihtiyacı vardı. Ama ne yazık ki, Bilgelik Gu başkasındaydı. Lin Feng için daha da kötüsü şu anda anlayamayacağınız nedenlerden ötürü Bilgelik Gu’sunun sahibi üst boyutlar tarafından saldırıya uğruyordu…

Lin Feng, zihninde dönüp duran sayısız düşünce yüzünden her saniye birkaç kilo vermeye devam etti ve saniyeler içinde 60 kiloya düştü.

(“Siktir, az önce tüm paramı vermiştim! Ama o bunu nereden biliyor? Yoksa para dedektörüne mi sahip?!”) diye düşündü. Hayranlık, utanç ve biraz da korkuyla boğuşurken.

Hızla sakalını kaşıyıp utancını gizlemeye çalışarak öksürdü:

“Öhö. Öhö...”

Zihni öylesine hızla çalışıyordu ki Jin Kai, Lin Feng’in başından tüten dumanı neredeyse görebiliyordu. Kafası alev almak üzereydi!

Jin Kai, Lin Feng’in daha da zayıflayıp 60 kilodan 40 kiloya düştüğünü görünce gözlerini devirdi. “Unut gitsin. Düşünmeyi bırak ve yemeğin tadını çıkar, yoksa bir iskelete dönüşeceksin,” diyerek simit standının arkasına dönüp müşteri beklemeye başladı.

Lin Feng, Jin Kai’nin konuyu geçiştirdiğini görünce düşünmeyi aniden bıraktı. Zihni öylesine aşırı çalışmıştı ki devreleri yanmış gibiydi. Tüm dünya, karıncalı bir tüplü televizyon ekranına dönüşmüştü. Her şey bulanık, anlamsız ve boğuk geliyordu. Gözleri boş boş ileriye bakarken kafasında yalnızca anlamsız bir uğultu yankılanıyordu. Zekâ seviyesi üç yaşındaki bir çocuğun düzeyine inmişti. Dudakları aralanmış, göz kırpmadan bakakalmıştı.

Jin Kai bu garip hali fark etti ama umursamadı.

Grull!

Lin Feng’in midesinden yükselen gurultu tüm dükkânı doldurdu. Saniyeler içinde onlarca kilo vermek, midesini adeta tüm evreni yutmak isteyen bir karadeliğe çevirmişti.

Gözleri masadaki simide takıldı. Simidin kokusu ona karşı koyulmaz derecede çekici geliyordu.

Tereddüt etmeden simidi eline aldı ve tek lokmada ağzına tıkıştırıp bir defada çiğneyerek yuttu. Ardından gözleri ayran şişesine kaydı. Şişeyi kaptı ve hiç düşünmeden ısırmaya kalkıştı.

“Ahh!” diye acı dolu bir çığlık koyuverdi.

Jin Kai, onun bu tuhaf hareketine homurdandı ve parmağını şıklattı. Lin Feng’in zihni bir anda normale döndü.

Normal zekâsına kavuşur kavuşmaz az önce yaptıklarını idrak etti. Suratı kızardı, ardından nedensiz bir şekilde “Hehühehehe...” diye deli gibi gülümseyerek şişenin kapağını açtı, tuzu içine boşalttı ve ayranı tek yudumda bitirdi.

Sonra hızla dükkândan fırlayıp dışarı kaçtı.

Gün geçmiyordu ki Lin Feng’in utançlarına bir yenisi eklenmesin...