Bölüm 10: Çömez, yerine dön. Yoksa sonun hiç iyi olmaz!
Birkaç hafta göz açıp kapayıncaya kadar geçti.
Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’nin Sokak Lezzetleri Dükkanı, Yükselen Gök Şehri’nin ücra mahallelerinde hızla popülerlik kazanmıştı. Bu yükselişin arkasındaki en büyük etken ise Lin Feng’di.
Lin Feng, uzun yıllar toprağın altında saklanan bir bambu tohumu gibiydi. Yıllarca sıradan, fark edilmeyen birisi gibi yaşamıştı. Sessiz ve gölgede kalmıştı. Ancak bambu tohumları bir kez filizlenince hızla boy atar, göz kamaştırıcı bir gelişim gösterirdi. Lin Feng de tıpkı bunun gibi, yıllar süren sakin ve silik hayatının ardından aniden değişmiş, ücra mahallelerde ve hatta Yükselen Gök Ormanı’nın dış bölgelerinde büyük bir etki yaratmıştı. Bunun sebebi ise kısa süre önce Tao Kalbini oluşturmuş olmasıydı.
Onun bu ani yükselişi, Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’ndeki Sokak Lezzetleri Dükkanı’nın ününü de artırmıştı. Lin Feng’in yeniden buraya uğraması ve hakkında yayılan söylentiler, diğer serseri kültivatörlerin de dikkatini çekmiş ve buraya akın etmelerine sebep olmuştu.
Bu popülerliğin ikinci büyük sebebi ise Zou Çetesi’ydi. Onlar da dükkâna en az onlarca yeni müşteri çekerek müşteri kitlesinin genişlemesine önemli katkı sağlamıştı.
Lin Feng ve Zou Çetesi, Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’ni yükselten isimlerdi. Ancak insanları buraya asıl çeken şey, eşsiz ve büyülü etkileriyle simit, çay ve ayran üçlüsüydü.
Tabii ki popülerlik, beraberinde sorunları da getirirdi. Hızlı yükselen her zaman en fazla dikkat çeken kişi olurdu ve düşmanlarının nefretini üzerine toplardı. Bu yüzden, Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’ne bela çıkarmaya gelenlerin sayısı hiç de az değildi.
Sonuçta, dükkân açmak dışarıdan göründüğü kadar kolay değildi. Para dönen her sektör, zamanla mafyalaşırdı. Bir esnaf, rakip bir dükkânın açılmasına neden izin versin ki? Özellikle de güçlü olanın söz hakkına sahip olduğu bir dünyada…
Üstelik bu sadece xianxia dünyasına özgü bir şey de değildi. Ölümlülerin yaşadığı sıradan dünyalarda bile aynı durum söz konusuydu. Para olan her sektör, belirli kişiler tarafından paylaşılırdı. Yeni gelenler ya bu kişilerin kurallarına boyun eğer ya ömür boyu süründürülür ya da ortadan kaldırılırdı.
Tabii ki bu sadece sıradan kişiler için geçerliydi. Eğer birisi yeterince büyük bir arka plana sahipse, dengeler değişirdi. O noktada, bazı gizli güçler bile pes etmek zorunda kalabilir ya da yok edilebilirdi.
Aynı kural xianxia dünyasında da geçerliydi: Yeterince güçlüyse, kim ona bir şey yapabilirdi ki?
Ne yazık ki-
“?”
Öhö!
Jin Kai de işte bu derece güçlü birisiydi. (Help me…)
Bu yüzden, her geçen gün Jin Kai’ye sorun çıkarmak için gelenler oluyordu. Ama… Hepsi de dayak yedikten sonra sahibine şirin görünmeye çalışan birer yavru köpeğe dönüşüyordu.
Şu anda güneş henüz doğmamıştı ve dükkân kapalıydı.
Ancak buna rağmen, dükkânın önünde şimdiden onlarca kişi tek sıra halinde bekliyordu.
Daha ilginç olan ise, bu kişilerin güç seviyelerine göre değil, dükkâna geliş sıralarına göre dizilmiş olmalarıydı.
“Bu nasıl mümkün olabilir ki? Neden güçlü olanlar zayıfları dövüp sıranın önüne geçmiyor?” diye sorabilirsiniz.
Bunun nedeni ise…
Üç adam, Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’ne doğru ilerliyordu.
En öndeki adam (X kişisi), yüzünde kibirli bir gülümsemeyle ağır adımlarla yürüyordu.
Arkasındaki ikinci kişi (Y kişisi), heyecanını gizleyemiyor, bir yandan da yanındaki üçüncü kişiye küçümseyici bakışlar atıyordu.
En arkadaki adam (Z kişisi) ise yüzünde bastırılmış bir nefretle sessizce ilerliyordu.
This tale has been pilfered from Royal Road. If found on Amazon, kindly file a report.
X yürümeye devam ederken, Y’ye memnuniyet dolu bir bakış attı ve içinden geçirdi: (“Hehe, Genç Efendi’ye götüreceğim kahvaltıyı görünce kesinlikle çok memnun olacak! Ama önce şu ‘simit ve ayran’ denen şeyleri kendim denemeliyim. Bakalım gerçekten söylendiği kadar güzel mi, yoksa birkaç böceğin abarttığı sıradan bir şey miymiş? Eğer gerçekten de övüldüğü kadar iyiyse, aşçıyı Genç Efendi’ye hizmetkâr olarak götürdüğümde kesinlikle ödüllendirileceğim!”)
X’in kendisine baktığını gören Y’nin gülümsemesi genişledi. Z’ye attığı küçümseyici bakış daha da belirginleşti: (“Hahaha. Her ne kadar bütün ödülü kendime alamayacak olsam da, kuzenim X ile bağlarımı güçlendirmek bile yeterince iyi!”)
Z ise X’in Y’ye attığı memnuniyet dolu bakışı görünce iyice öfkelendi. Y’nin ona küçümseyici bakışını yakaladığında ise siniri adeta Tai Dağı’na ulaştı: (“Siktir, siktir!! Bu alçak orospu çocuğu! Ne kadar aptalmışım! Sırf kuzenim olduğu için bana ihanet etmeyeceğini sanmıştım! Onca zamandır bana kardeşim gibi davranıyordu, meğer tüm bu süre boyunca bir akrebe kardeşim diyormuşum! Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’nin enfes yemeklerini ben keşfettim, o değil! Şimdi aptallığım yüzünden tüm ödülü kendisine alacak!”)
Üçü de Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’ne doğru ilerlemeye devam etti.
Bu sırada, Ölümsüzler Alışveriş Merkezi’nin kapıları hâlâ kapalıydı ve dışarıdaki müşteri kuyruğu gittikçe kalabalıklaşıyordu. İnsanlar, kapılar açılana kadar sohbet ederek vakit geçiriyordu.
Sırada bekleyenlerden biri, öfkeyle kalabalığı süzdü ve kibirli bir sesle bağırdı: “Hey! Bu ne böyle?! Çekilin önümden, aşağılık varlıklar! Ne cüretle sizin gibi güçsüzler sıranın en önünü kapatır?!”
Bu küstah çıkışa karşılık, sıradakilerden biri ona küçümseyici bir bakış attı, elini sinek kovar gibi salladı ve soğuk bir sesle konuştu: “Çömez, yerine dön. Yoksa sonun hiç iyi olmaz!”
Ardından hiçbir şey olmamış gibi arkasını döndü.
Onun bu umursamaz tavrını gören adamın gözleri şaşkınlıkla açıldı. Çevresine baktığında, bazı kişilerin ona gizlice, bazılarının ise alenen güldüğünü fark etti.
“Hahaha.”
Kalabalığın içinden yükselen rastgele bir kahkaha, bardağı taşıran son damla oldu. Şaşkınlığı hızla öfkeye dönüştü. İçindeki Qi’yi hızla dövüş sanatı tekniği uygulamak için yönlendirdi.
Ne cüretle bu güçsüz karıncalar onu aşağılardı?!
Ne cüretle ona gülerlerdi?!
Öfkesini kusacak birini bulmuştu. Ona gülen herkese ders vermek için, az önce kendisini küçümseyen adama doğru saldırdı!
Ancak sıradaki diğer herkes, sanki çoktan olacakları biliyor gibi küçümseyici bakışlarını ona yöneltmiş, sabırsızca bir şeyi bekliyormuş gibi görünüyordu.
Adamın avucu, az önce kendisini aşağılayan kişinin sırtına indi-
“AHHH!!”
Bir çığlık, kalabalığın içinde yankılandı.
Ama… Bu çığlık saldırıya uğrayan kişiden değil, saldıran kişiden gelmişti!
Bir kırbaç darbesi, tam ona çarpmış ve Qi’sini dağıtmıştı!
Bu kırbacı savuran kişi ise elbette ki Picockyo’dan başkası değildi.
Saldırganın acı içinde kıvrandığını gören kalabalık, alaycı bakışlarla ona döndü. Bu bakışlar, adamın utanmasını daha da artırdı. Hiç bu kadar aşağılanmış hissetmemişti. Öfkeden dişlerini sıktı ve küfür etti: “Hangi piç- !!!”
Ama cümlesini tamamlayamadan-
“AHHH!!”
…
3,14 saniye hızla geçti.
Şimdi yerde bir adam vardı. Kırbacı tutuyor, titreyerek yalvarıyordu:
“ÖZÜR DİLERİM, LÜTFEN BANA VURMA!!!”
Derin, otoriter bir ses ona emretti: “Sıranın en arkasına geç ve bekle.”
“TAMAM! TAMAM! LÜTFEN VURMA, HEMEN GİDİYORUM!”
(‘Siktir, bunca kişinin bana aptal gibi bakmasına şaşmamalı! Neden kimse beni uyarmadı? Neden burada gizli bir uzman var?! Ayrıca neden hiç kimse ondan bahsetmiyor?! Siktir, çok şanssızım! Bu hayatımın en utanç verici günü!’)
Kırbaç izleriyle kaplı adam, boynunu utançla eğerek sıranın en arkasına doğru ilerledi. Korkudan titriyordu. Buradan hemen kaçmak istiyordu ama az önce konuşan kişi ona sıranın en arkasına gitmesini emrettiği için bunu yapmaya cesaret edemedi.
Tek tesellisi, ara sıra vücudunda kırbaç izleri olan başka kişileri de görmesiydi.
(‘Gerçekten de herkes bu duruma düşeceğimi biliyormuş. Bana sirk maymunu muamelesi yaptılar… Neyse ki tek rezil olan ben değilmişim. Hatta az önce bana gülen bu piçler büyük ihtimalle birkaç gün önce aynı duruma düşmüştür.’) diye kendisini teselli etti.
Saniyeler geçti ve olay sanki hiç yaşanmamış gibi hızla unutuldu. Zaten ilk kez yaşanmıyordu. İnsanlar buna o kadar alışmıştı ki, eğlencesi bile kısa sürüyordu.
“Patron Jin dükkanı ne zaman açacak? Karnım zil çalıyor!” diye homurdandı biri.
“Patron Jin gerçekten de en iyisidir! Basit bir çöreği bile canavar etinden yapılmış yemeklerden daha lezzetli yapabilir!” diye yanıtladı bir başkası.
Tamamen ortalama bir adam olan Xinxi Jia Ren, aniden sesini yükseltti ve kalabalığın dikkatini üzerine çekti: “Hah! Sadece bu kadar da değil. Duyduğuma göre Patron Jin’in şu anda yaptığı simitler tamamen ölümlü malzemelerle yapılıyor! Eğer ölümlü malzemeler bile böyle etkiler yaratıyorsa, ruhsal bitkilerden yapılan bir simidin lezzetini ve etkisini düşünün!”
Kalabalık bir anda dondu. Herkes büyük bir şaşkınlık içindeydi. Daha önce kimse böyle bir şey duymamıştı ama nedense içten içe bunun mutlak bir gerçek olduğunu hissediyorlardı.
“Ne?! O zaman bu, Patron Jin’in efsanevi aşçılardan biri olduğu anlamına mı geliyor?!” diye haykırdı biri.
Xinxi Jia Ren kendinden emin bir şekilde başını salladı. “Elbette öyle!”
Ardından, tüm bölgeyi sarsan büyük bir tezahürat dalgası yükseldi:
“PATRON JİN EN BÜYÜKTÜR!”
“PATRON JİN EN BÜYÜKTÜR!”
“PATRON JİN EN BÜYÜKTÜR!”
Kalabalık giderek coşuyordu. Çığlıklar ve tezahüratlar her yeri inletti.
Kısa bir zaman sonra bu tezahüratların arasında ufukta üç kişi belirdi. Bunlar az önce X kişisi, Y kişisi ve Z kişisi üçlüsünden başkası değildi.