Bölüm 6: Gerçek bir adamın ilerlemesi gereken yol!
“İşte dün bunlar başıma geldi…” dedi Lin Feng, Zamazingo ve Picockyo’ya. Aslında bu hikâyeyi Jin Kai’ye anlatıyordu ama doğrudan onunla konuştuğunda meşhur bağırışlarıyla karşılaştığı için, sanki kukla ve horoza anlatıyormuş gibi davranıyordu.
(“Her ne kadar onlar birer akılsız kukla ve horoz olsa da önemli değil, sonuçta Patron Jin beni dinliyor.”) diye düşündü gururla. Burada geçirdiği süre boyunca Jin Kai'nin tuhaf karakterini az çok çözmüştü. Onunla doğrudan iletişim kurmak zordu, fakat Zamazingo ve Picockyo’ya anlatınca Jin Kai'nin dikkat kesildiğine emindi. Tek sorun, bunu pek umursamıyor oluşuydu.
Lin Feng sözünü bitirir bitirmez Picockyo uzun süre sonra ilk kez hareket etti. Gözlerinde küçümseyici bir parıltı vardı: “Neden onları öldürmedin?”
Kuklanın konuştuğunu gören Lin Feng'in gözbebekleri küçüldü, tüm tüyleri diken diken oldu. Fakat hemen ardından gözlerinde bir aydınlanma parıltısı belirdi ve derin bir nefes aldı: (“Hah. Az daha altıma sıçacaktım. Onu Patron Jin’in hareket ettirdiğini unutmuşum. Ama neden benimle doğrudan konuşmak yerine kuklayı kullanıyor ki? Gerçekten de çok garip bir adam...”)
“Neden mi öldürmedim?” Lin Feng cevap verdi. “Çünkü öldürmek bir çözüm değil. Ayrıca başaracağımdan emin de değildim. Onlar benden daha yüksek xiulian seviyesindeler. Basit bir ruhsal bitki yüzünden hayatımı riske atmanın anlamı var mı?”
Picockyo'nun küçümsemesi daha da derinleşti. Lin Feng'in kalbi sıkıştı. Hayatı boyunca bu kadar yoğun bir aşağılanma hissetmemişti. Kukla sanki evrendeki en değersiz varlığa bakıyormuş gibi küçümseyici bir tavır takınmıştı.
Sonunda Picockyo'nun ağzından sert kelimeler döküldü: “Bir avuç işe yaramaz bahane! Onlar senin olanı çalmaya kalktı ve seni öldürmekten çekinmeyeceklerdi. Sense bulduğun hazineyi bırakıp korkak gibi kaçtın. Gerçek bir erkek, hakkı olan için ölümüne savaşır! Yarın bir gün sevdiğin kadına göz koyarlarsa ne yapacaksın? Onu da bırakıp kaçacak mısın? Yoksa düşmanlarından seni rahat bırakmaları için karının onlara eşlik etmesini mi isteyeceksin?”
Lin Feng donakaldı. Neler oluyordu? Patron Jin neden bu kadar öfkeliydi? Bu basit olayı neden büyütüyordu? Neden sırf bir ruhsal bitki için hayatını riske atmasını istiyordu? Mantıklı değildi; risk ve ödül kesinlikle dengeli değildi!
Sanki Lin Feng'in düşüncelerini okurmuşçasına Picockyo yeniden konuştu:
“Gerçek bir kültivatör göklere meydan okur. Kendini kısıtlayan zincirleri kırmaya çalışır. Düşmanların senden daha yüksek bir xiulian seviyesin de mi? Düşmanların senden sayıca daha mı fazla? Ne olmuş yani? Hakkın olanı bile koruyamaya çabalamayacaksan neden xiulian yapıyorsun ki? Git, herhangi bir ölümlü krallığında krallar gibi yaşa. En güzel kadınları al, en güzel yemekleri ye. İnsanlar sana tapsın. Hayatını koruma şansının %50 olduğu bir durumda bile kaçacaksan neden kültivatör oldun ki?”
Lin Feng ne diyeceğini bilemeden bakarken Picockyo devam etti: “Ayrıca arkalarını döndüklerinde saldırmış olsaydın, ikisini de öldürebilirdin. Ama onlar sana bir çıkış yolu bıraktı diye yenilgiyi kabul edip kaçtın! Gerçek bir erkek, hakkı olan için savaşır! Aranızdaki güç farkı aşılamaz bir dağ değil, sadece küçük bir tümsekti. Ama sen bu küçücük tümseği bile aşacak cesareti göstermedin! Tüm hayatını dümdüz, otlardan ayıklanmış bir yolda mı geçireceksin? Küçük tümseklerden bile kaçarsan ileride nasıl tepeleri, dağları aşacaksın?”
Lin Feng içgüdüsel olarak itiraz etti: “Ama riske değmezdi-”
Picockyo sözünü keserek, “Bunun riskle hiçbir alakası yok. Sen korkaklığına bahane arıyorsun! ‘Riske değmez,’ ‘öldürmek çözüm değil,’ ‘başımı belaya sokardım…’ Bunlar aptalca bahanelerden başka bir şey değil!” dedi Picockyo sert bir sesle.
“Xiulian yolunda ilerlemek, kanlı bir yolda yürümektir! Dünyada kaynaklar sınırlı ama kültivatörler sonsuzdur! Şu dandik ormanda bile basit ruhsal bitkiler için her gün sayısız kişi mücadele ediyor. Peki ya sonraki büyük alemler? Xiulian seviyen yükseldikçe kaynaklar azalacak, mücadeleler artacak, kurallar zayıflar için katılaşırken güçlüler için esneyecek! Sen yerinde oturup yaşlanıp ölümü mü bekleyeceksin?”
Lin Feng'in gözleri şokla genişlemişti. Ama Picockyo durmadan devam etti: “Onlar sana arkalarını döndü ve sen onları öldürmeyi bile düşünmedin! Çünkü saçma sapan bir akıl oyunu oynuyordun! Buradaki diğer ezikler gibi, yazılı olmayan aptal kurallara uydun! Oysa onların seni öldürmeye niyetli olduğu kesindi! Yine de bunu bilmene rağmen eline fırsat geçtiğinde saldırmamayı seçtin! Çünkü rezil bir korkaksın! Böyle bir zihniyete sahip hiç kimse hayatı boyunca hiçbir şey başaramaz!”
Lin Feng’in kulaklarında Picockyo’nun sözleri yankılanıyordu: “Bu olayın risk ve ödülle ilgisi yok! Bu Tao Kalbinle ilgili! Kadere meydan okumak istiyorsan fırsat eline geçtiğinde onu değerlendireceksin! Eğer çıkmazdaysan kendi fırsatını yaratacaksın! Sana aptalca işler yap ya da gereksiz riskler al demiyorum. Ama karşına çıkan engelleri aşmayı öğren! Bu yolda öleceksen bile bunu denerken öl! Sadece bu şekilde kadere meydan okuyabilirsin! Önüne çıkan tümseklerden bile kaçıp otlardan temizlenmiş patikalar ararsan, bir gün karşına çıkan duvarlar altında ezilirsin!”
If you stumble upon this tale on Amazon, it's taken without the author's consent. Report it.
Lin Feng’in zihninde zaman durmuş gibiydi. Kalbi ikiye bölünmüş gibiydi. Hayır, zaten hep ikiye bölünmüş haldeydi. Fark sadece şu an bastırılmış tarafının yüzeye çıkmasıydı.
(“Öldürmek bir çözüm değil.”)
(‘Ama onlar beni öldürmeye hazırdı.’)
(‘Ama ben kötü biri değilim. Sadece habis kültivatörler zevk için öldürür.’)
(‘Ama ben kendimi savunuyordum! Zevk için öldürmüş olmayacaktım!’)
(“Öldürmek çözüm değil!”)
(“Ama onlar beni öldürecekti!”)
Lin Feng’in bilinci giderek karışıyordu. Düşünceler beyninde çarpışıyor, kendi zihnindeki iki ses birbirini bastırmaya çalışıyordu.
(“Onları öldürebilirdin. Sana arkalarını dönmüşlerdi, bu fırsatı kullanabilirdin.”)
(‘Bunu neden yaptılar hiç düşündün mü? Çünkü saldırmayacağından emindiler! Çünkü sen zayıf bir korkaksın ve bunu herkes biliyor!’)
(‘Onları öldürebilirdin ama yapmadın! Kaçmayı seçtin! Sahip olduğun dövüş yeteneğini hak etmiyorsun! İnsanlar senin seviyene ulaşabilmek için sayısız risk alıp gece gündüz çalışıyor, kimileri bu uğurda ölüyor! Ama sen, doğuştan gelen yeteneklerine rağmen en ufak bir sorun karşısında kaçıyorsun! Hepsi senin yüzünden! Bir kukla bile ne kadar korkak olduğunu biliyor!’)
Picockyo’nun sesi zihninde yankılandıkça Lin Feng’in içindeki diğer taraf daha da bastırıldı:
(“Eğer korkak bir sıçan olmasaydın şimdiye Dövüş Çırağı olmuştuk! Belki daha fazlası bile olabilirdik! Ama senin yüzünden hâlâ sadece 9 Yıldızlı Dövüş Acemisi’yiz! Çünkü her sorun yaşadığında kaçmayı seçtin! Hep kaçtın! ASLA SAVAŞMADIN!”)
Lin Feng, bilincinin bulanıklaştığını hissetti. Ellerini kalbine götürdü. Sanki göğsünde bir şey patlamak üzereydi. Kalbi çılgınca atıyor, bedeninden ter damlaları süzülüyordu. Dizlerinin bağı çözüldü ve yere yığıldı.
(‘Ben- ben doğru olanı yaptım! Eğer onlar gibi olsaydım Patron Jin’i ölümlü sandığımda öldürürdüm! Ben iyi birisiyim. Durduk yere hiç kimseyi öldürmem!’)
Gözleri yukarıya kayıyor, bilinci giderek kapanıyordu. Nabzı dakikada 500 atımın üzerindeydi.
(“SENİ APTAL! BURASININ GÜÇLÜLERİN HÜKMETTİĞİ BİR DÜNYA OLDUĞUNU UNUTTUN MU?! KÜÇÜKLÜĞÜMÜZDEN BERİ YAŞADIĞIMIZ ONCA ZORLUĞU HATIRLAMIYOR MUSUN?! DEFALARCA YAŞADIĞIMIZ ÖLÜM TEHLİKESİ AKLINDAN UÇUP GİTTİ Mİ?! DÜŞMANINI ÖLDÜRMEKLE MASUM BİRİNİ ÖLDÜRMENİN FARKINI BİLE UNUTACAK KADAR BUNADIN MI?! BEN MASUMLARI MI ÖLDÜRMEK İSTİYORUM SANIYORSUN?!”)
Lin Feng’in kalbi sıkıştı ama kalbinin diğer yarısı durmadan devam etti: (“Her şeye rağmen bu dünyada hala iyi insanların var olduğunu bilmediğimi mi sanıyorsun? Hayatımız boyunca bizi kurtaran, destek olan o insanlar… Tüm bunları unuttuğumu sanıyorsun?! Bunun konumuzla hiçbir ilgisi yok! Hayatın boyunca beni hep kısıtladın, bastırdın! Korkakça bahanelerin yüzünden hiçbir zaman doğru kararları alamadık!”)
(‘Şiddet çözüm değil…öldürmek çözüm değil… Bu lanet saçmalıklar yüzünden hep geri çekildik! Eğer bu kadar şanslı olmasaydık onlarca defa ölmüştük!’)
Lin Feng ellerini başına götürdü. (“Hayır! Yanılıyorsun!”) diye içinden bağırdı. (“Ben bizi korudum! Bu kadar basit bir şey için ölme riskini göze alamazdım! Mantıklı olan buydu!”)
Zihnindeki ses daha da yükseldi: (“BUNU BASİT BİR ŞEY Mİ SANIYORSUN? SENİ PİÇ! SAYISIZ FIRSAT KARŞIMIZA ÇIKTI AMA SENİN YÜZÜNDEN HİÇBİRİNİ DEĞERLENDİREMEDİK! NE CESARETLE BUNLARA BASİT ŞEYLER DERSİN?!”)
Lin Feng’in kalp atışları kontrolden çıkmıştı. Nefesi kesiliyor, vücudu titriyor ve soluyordu. Nabzı dakikada 2000 atımın üzerine çıkmıştı.
(“Bunu yaşamak için yaptım! Ben olmasaydım çoktan ölmüştük! Bizi ben hayatta tuttum! Hayatını bana borçlusun! Benim sayemde yaşıyorsun! Eğer kontrolü sana bıraksaydım bizi çoktan öldürmüştün!!!!”)
(‘ÖLÜM...’)
Crack!
Tanımlanamayan bir şey kırıldı. Lin Feng’in kalbi aniden durdu.
(“Ölüm...”)
Crack!!
(“Eğer hayatım boyunca bir ezik olarak yaşayacaksam, yaşamamın ne anlamı var?”)
CRACK!!!
(“Eğer ölmeden önce tek düşündüğüm pişmanlıklarım olacaksa... Son kelimem ‘keşke’ olacaksa, bu hayatı neden yaşıyorum ki?”)
CRACK!!!!!!!!
Zihninde bir şey tamamen parçalandı. Kalbin iki tarafı birleşti ve yepyeni bir kalp; Tao Kalbi oluştu.
GÜM!!!!!!!!
Lin Feng’in kalbi tüm odayı sarsarcasına gümbürdedi. Hayır, sadece odayı değil; tüm Yükselen Gök Şehri titredi. Sayısız insan o an bir irkilme yaşadı.
Bu fiziksel bir kalp atışı değil, Tao Kalbin yankısıydı. Tao Kalbi, evrendeki en mistik şeylerden biriydi…
Dütt! Dütt!
??
Çalan telefonuma şaşkınlıkla baktım.
Hemen gelen çağrıyı kontrol ettim ve beni arayanın Yazar Destek Sistemi olduğunu gördüm.
Hiç bekletmeden telefonu açtım.
“Kafadan Çatlak Hikaye Anlatıcısı bir büyük bir de küçük sorunumuz var,” dedi Yazar Destek Sistemi bana.
Ne sorunu?
“Lin Feng basit bir yan karakterden bir ana karaktere dönüştü! Kader Çarkının Muhafızı çok sinirli! Eğer hemen müdahale etmezsek her şey altüst olacak!!!”
Siktir, siktir, siktir!
Peki ya Jin Kai, Zamazingo ve Picockyo?
“Asıl sorunda bu zaten. Onlar kader çarkında yoklar!!!!”
NE?!!
Büyük bir şaşkınlık ve dehşet içindeyken Jin Kai’nin, Zamazingo’nun ve Picockyo’nun bana küçümser bir şekilde baktığını gördüm…
“GHAAA! Hhhuuuh!!”
Lin Feng derin bir nefes alarak uyandı. “Neredeyim ben?” diye mırıldandı, etrafına şaşkınlıkla bakarak.
Sonra kafasını kaşıyıp mırıldandı: “Ne yapıyordum ki ben..?”
Pat!
Yere düşerek bayıldı.
Yaşadığı deneyim zihnine ve bedenine öylesine büyük bir yük bindirmişti ki, büyük bir uykuya ihtiyacı vardı.
Picockyo dikkatlice Lin Feng’e baktı ve hafifçe “Fena değil...” diye mırıldandı. Parmağı yavaşça uzayıp ince bir dala dönüştü. Dal, havada yılan gibi kıvrılarak Lin Feng’in yüzüne ilerledi. Ucunda küçük, berrak bir su damlası belirdi ve nazikçe dudaklarına damladı.
Lin Feng’in vücudu bu damlayı yutar yutmaz anında tüm sağlığına kavuştu. Hayatı boyunca hiç bu kadar sağlıklı hissetmemişti. Artık tek ihtiyacı zihnini dinlendirmekti.
Zamazingo, ilginç bir ifadeyle Lin Feng’e bakarken Jin Kai hiçbir şey olmamış gibi müşteri beklemeye devam ediyordu.