Novels2Search

Bölüm 7 - İmparatorun Huzurunda

Bölüm 7 - İmparatorun Huzurunda

''Üç saat mi? Bu imkansız, orada nasıl o kadar zaman geçmiş olabilir.'' Jaksen'nin kafası bugün gerçekten çok karışmıştı. Gerçekliği sorgulayacak düzeydeydi artık. O karanlık yere girmesi ve güzel uzun kulaklı kadınla konuşması en fazla 10dk sürmüştü, hadi diyelim zaman algısını kaybetti yarım saat sürmüş olabilirdi. Ancak şimdi bu ihtiyar ona üç saatten fazla zaman geçtiğini söylüyor. Bu nasıl mümkün olabilir?

''Dediğim gibi, genç kahraman, kristale dokunduğundan itibaren 3 saatten biraz fazla zaman geçti. Standart zamanlama 2 ila 4 saat arasında değişiyor. Sizin süreniz gayet makul. Ancak gördüğünüz kadın hakkında biraz ilgiliyim. Size ne demişti tekrar eder misiniz?''

''B-bu, ben, tam olarak emin değilim. Bana yol göstereceğini söyledi ve onu kışkırtmamam gerektiğini. Ancak kimden bahsettiğini bilmiyorum.''

İkisi de derin düşüncelerdeydi. Ogmios Dünya Kristalini daha önce kendisi kullanmıştı anca zifiri karanlık dışında bir şey hissetmemiş veya görmemişti. Belki de sadece kahramanlar üzerinde işe yarıyordur diye düşündü. Bunu daha sonra düşünecekti çünkü imparatoru daha fazla bekletemezdi.

''Pekâlâ, bunları daha sonra konuşuruz, şimdi imparatorun huzuruna çıkmalıyız. Onu daha fazla bekletmek uygun olmaz.'' Kule Üstadı dünya kristalini çekmecesin de ki özel bölüme koyarak muhafaza etti ve Jaksenin anlamadığı bir şeyler mırıldanarak çekmecenin ortadan kaybolmasını sağladı. Bu sırada ustasının yanında saygıyla duran Rona, odanın ortasın da ki büyü çemberini aktifleştirerek odaya yoğun mana dolmasına ve mavi ışıklarla parlamasına sebep oldu. Jaksen bile mana denilen şeyi tam olarak anlayamasa da oda da ki bir şeyin yoğunlaştığını, bu sayede sanki daha rahat nefes alıyormuş ve üstünden bir yük kalkmış gibi rahatlamıştı. Rona büyü çemberinin dışında bir köşe de beklerken kule üstadı Jaksen'e bakarak ''Çemberin içine gir lütfen.'' Dedi ve kendisi de çemberin merkezine ilerledi.

Jaksen ne olduğunu anlayamasa da söyleneni yaparak çembere girdi. Girer girmez Ogmios büyüyü aktifleştirdi ve kendilerini kısa bir anlığına renklerin uçuştuğu bir çeşit kuyudan düşerken buldu. Ancak bir an sonra tamamen farklı bir yerde olduğunu fark etti.

Jaksen gözlerini açtığında, kendisini bambaşka bir mekânda buldu. Büyü çemberi Jaksen'i ve Ogmios'u bir anda altın işlemeli, yüksek tavanlı büyük bir salona taşıdı. Gözleri kamaşmıştı; parlayan avizeler, sütunları süsleyen karmaşık kabartmalar ve salonun etrafına sıralanmış zırhlar... Gallant İmparatorluğu'nun gücünü ve zenginliğini gözler önüne seriyordu. Önünde uzanan uzun kırmızı halının sonunda, altın bir tahtın yer aldığı geniş bir salona doğru ilerliyordu.

Tahtın etrafında sayısız soylu, şövalye ve büyücü sıralanmıştı. Jaksen'in gelişiyle birlikte herkesin gözleri ona çevrildi. Fısıltılar hızla yayıldı; "Kahraman gelmiş..." "Bu çocuk mu bizi kurtaracak?" gibi merak dolu sözler salonda yankılandı.

Görkemli tahtın üzerinde oturan adam, yaşına rağmen heybetli görünüyordu. Griye çalan saçları ve kısa sakalı, tahtını süsleyen altın detaylarla uyum içerisindeydi. Sırtında, imparatorluk amblemiyle işlenmiş ağır bir pelerin vardı. Kıyafetinin her detayı gücü ve statüyü haykırıyordu. Gallant İmparatorluğu'nun hükümdarı, yaşına rağmen heybetli duruşunu koruyordu. Griye çalan saçları, bir savaşçının geçmişini işaret ediyordu, ancak derin bir yorgunluk taşıyan gözleri Jaksen'in dikkatini çekti. İmparator, oğullarını savaşlarda kaybetmiş, isyanlarla boğuşmuş ve şimdi de imparatorluğun sınırlarında büyüyen yeni bir tehditle karşı karşıyaydı. İmparatorun keskin bakışları, Jaksen üzerinde durduğunda, çocuğun omuzlarına görünmez bir ağırlık çökmüş gibi hissetti.

Tahtın yanında, süslü zırhlar içindeki birkaç muhafız ve yaşlı bir adam daha vardı. Bu adam, oldukça görkemli ve şık bir zırh giymişti. Tahtın yanında, dik bir şekilde dururken Jaksen'i inceliyordu. Gözlerindeki merak ve hafif şüphe, bu kişinin bir tür şövalye olduğunu düşündürdü. Ancak bizzat tahtın yanın da olduğuna göre muhtemelen imparatorun kişisel muhafızı olmalıydı.

Ogmios kendisine bakarak ''Jaksen, imparator seninle konuşmadan sen konuşma. Ben halledeceğim.'' dedi. Bir süre sonra imparatorun önüne vardık. Ogmios, derin bir reverans yaparak konuşmaya başladı:

"Yüce İmparator Rhaelion Ren Gallant, karşınızda Gallant İmparatorluğu'nun çağırdığı kahraman, Jaksen. Tanrılar tarafından kutsandığına ve imparatorluğumuzu kurtaracak güce sahip olduğuna inanıyorum."

İmparator, Jaksen'e bakarak kaşlarını çattı. Uzun bir süre konuşmadı. Sessizlik, odadaki herkesin nefesini tuttuğu bir gerilimle doluydu. Nihayet, sesi derin ve otoriter bir şekilde yankılandı: "Demek bu... Bizim umudumuz."

Jaksen, bir an için ne söyleyeceğini bilemedi. Kendisine hayranlık ya da övgü dolu bakışlar beklemişti ama bu bakışlar... Tam tersiydi. İmparatorun gözlerinde hafif bir hayal kırıklığı mı vardı? Belki de sadece yorgunluktan öyle görünüyordu.

İmparator bir süre daha Jaksen'i inceledikten sonra tahtında hafifçe geriye yaslandı.

"Bu genç... Güçlü bir potansiyeli olduğunu söylediniz, Ogmios. Ancak burada bir çocuk görüyorum. Bir savaşı kazanmak için bir çocuk yeterli olmayacaktır."

Ogmios, sakin bir şekilde cevap verdi:

"Yüce İmparator, Jaksen henüz gücünün farkında değil. Ancak zamanla... Eğitimle, potansiyelini ortaya çıkaracaktır. Şu anda bile, onunla bağlantıya geçen güçler bu dünyada sıradan bir varlık olmadığını kanıtladı."

Reading on Amazon or a pirate site? This novel is from Royal Road. Support the author by reading it there.

İmparator, bu cevaptan tatmin olmamış gibi bir süre sessiz kaldı. Ardından, danışmanına döndü "Ne düşünüyorsun, Argus?"

Danışman Argus, ileriye çıkarak Jaksen'e daha yakından baktı. Gözleri, Jaksen'i baştan aşağı süzerken bir muhafıza yakışan gizemli bir ifadeye büründü.

"Mana akışı güçlü. Ancak... Kontrolsüz. Kule Üstadı haklı, zamanla potansiyeli ortaya çıkabilir. Ama bu süreçte kontrolü sağlamazsa tehlikeli olabilir."

Bu sözler üzerine İmparator derin bir nefes aldı.

"O halde onu hızlandırılmış bir eğitimden geçireceksiniz. Aries adını taşıyan bu tehdit, kapılarımıza dayanıyor. Eğer bu kahraman bir mucize yaratabilecekse, o zaman bunun bir an önce gerçekleşmesi gerek."

Jaksen, konuşulanları dinlerken bir yandan da "Aries" ismini düşündü. Bu isimde bir tehdit... Gerçekten bu kadar güçlü müydü? Bir kişi nasıl olur da koskoca bir imparatorluğu tehdit edebilirdi?

İmparator tahtında hafifçe doğruldu. Yorgun, ama otoriter bir sesle konuştu. "Yaklaş, genç kahraman."

Jaksen, yutkunarak birkaç adım attı. Şimdi imparatorun soğukkanlı bakışlarının tam altında duruyordu. "Majesteleri," diye başladı, sesi hafifçe titreyerek. "Durumunuzu ve neden burada olduğumu anlıyorum. Ancak, dürüst olmam gerekirse, bu dünyaya dair pek bir bilgim yok. Benden ne yapmamı istediğinizi tam olarak anlamış değilim."

İmparatorun yüzü sertleşti, ama sesinde babacan bir ton vardı. "Genç adam, buraya gelmekle zaten büyük bir cesaret gösterdin. Bize yardım edip etmeyeceğin konusundaki kararın, yalnızca sana bağlı. Ancak bu tehdidi durduramazsak, milyonlarca masum insan ölecek."

O sırada salona zarif ama güçlü adımlarla bir kadın girdi. Uzun, kızıl saçları ve üzerine zarafetle oturan gümüş zırhıyla Morgana, dikkatleri anında üzerine çekti. Salonda fısıltılar yeniden yükseldi. Morgana, Gallant İmparatorluğu'nun dört sütunundan biriydi; 7. kademenin zirvesinde bir şövalyeydi ve imparatorun muhafız şövalyesi ve danışmanı Argus'un kişisel çırağıydı.

"Morgana, sen de buradasın" dedi imparator, hafif bir gülümsemeyle. "Kahramanımız hakkında ne düşünüyorsun?"

Morgana, Jaksen'e yaklaşıp onu baştan aşağı süzdü. Gözleri kısılmış, yüzünde bir sorgulama ifadesi vardı. Ardından omzuna hafifçe dokundu ve "İmparatorluğumuzu korumak için çağrılan birinin gözlerinde korku olmamalı," dedi. "Ama cesaret kıvılcımını görebiliyorum. Eğitimle bu kıvılcım bir alev olabilir."

Jaksen, kadının bakışları karşısında biraz daha kendine güven hissetti. "Eğitimden mi bahsediyorsunuz?" diye sordu.

Morgana, hafif bir tebessümle cevap verdi. "Evet. Sen, bu dünyayı tanımıyor olabilirsin, ama burada hayatta kalabilmek için yeteneklerini geliştirmek zorundasın."

İmparator yeniden konuşmaya başladığında, tüm salon tekrar sessizleşti. "Jaksen," dedi, sesine umutsuz bir ağırlık eklenmişti. "Seni buraya getirerek büyük bir yükü omuzlarına yüklediğimizin farkındayım. Sana güvenmek zorundayız. Sen bizim son umudumuzsun. Eğer başarısız olursan, sadece bu imparatorluk değil, milyonlarca masum hayat da yok olacak. Bu düşman, yalnızca bir insan ya da bir ordu değil. Onunla başa çıkmak için yalnızca kılıç ya da büyü yetmez. Sen, kaderinle yüzleşmek zorundasın."

Jaksen, imparatorun bu sözleri karşısında bir an donakaldı. Ancak zihni, bu topraklar için bir yabancı olarak kendini neden bu kadar sorumlu hissettiği sorusuyla doluydu. Ancak yine de merak ettiği başka bir şeyi sordu. "Ama... bu düşman kim? Neden böyle bir tehdit oluşturuyor?"

Ogmios ve imparator bir an birbirlerine baktılar. Ardından Ogmios konuştu:

"Bu kişi, Aries von Renoire. Eski bir krallığın soyundan gelen ve imparatorluk tarafından yıkıma uğratılmış bir hanedanlığın son temsilcisi. İmparatorluğa olan nefreti ve sahip olduğu güç, onu durdurulamaz bir yıkım makinesi haline getirdi. Ancak onun hakkında daha fazlasını bilmek için, seninle daha sonra konuşmamız gerekecek."

Jaksen, bu isimle ilk kez karşılaşıyordu. Aries von Renoire... Bu isim hem merakını hem de korkusunu uyandırmıştı. Fakat bu yıkım makinesinin kim olduğunu anlamadan, bu dünyadaki yerini bulması imkânsızdı.

"Bunu yapacağım," dedi Jaksen sonunda. Sesi artık kararlıydı. "Bu dünyayı tanımıyor olabilirim, ama masum insanları korumak için elimden geleni yapacağım."

İmparator, bu kararlılığı gördüğünde gözlerinde bir umut parıltısı belirdi. "O zaman, senin için ne gerekiyorsa yapacağız, genç kahraman."

Bu sözler, Jaksen'in omuzlarına yeni bir ağırlık yükledi. Ancak kaderin ona biçtiği bu rolü kabullenmekten başka bir seçeneği yoktu.

Jaksen, gözlerini yere indirerek düşüncelere daldı. Babasını, Lena'yı, kendi dünyasını hatırladı. Sıradan bir hayat yaşamak istemişti. Ancak şimdi bu ağır yük omuzlarına bırakılmıştı.

İmparator, hafifçe başını salladı.

"O halde zaman kaybetmeyin. Ogmios, kahramanı hazırlayın. Elimizde çok fazla vaktimiz yok."

Ogmios, bu noktada söze girdi. "Majesteleri, genç kahramanın eğitimi için gereken düzenlemeler yapılacaktır. Ancak bir an önce harekete geçmemiz gerekiyor. Miria'dan gelen raporlar, Oliar kasabasının düştüğünü bildiriyor."

Salon bir kez daha uğultularla doldu. İmparator, tahtında doğrularak salona bir bakış attı. "Dük Miriam, Miria şehrini savunabilecek mi?"

Ogmios, kafasını iki yana salladı. "Miria savunması güçlü, ancak karşılarındaki tehdit sıradan bir isyan değil. Oliar'ın düşmesi, Miria'nın kapılarının açıldığı anlamına geliyor. Bu yalnızca bir başlangıç."

İmparator bir süre düşüncelere daldıktan sonra, Ogmiosa Kahramanın eğitimini düzenlemesi için ayrılmasını söyledi.

Ogmios ve Jaksen, tekrar reverans yaparak saraydan ayrıldılar. Ancak Jaksen'in aklı, konuşulanlar ve "Aries" ismiyle meşguldü. Bu kişi kimdi? Ve gerçekten bu kadar büyük bir tehditti ise, onu nasıl durduracaktı?

...

Miria Şehri, Gallant İmparatorluğunun Batı Bölgesi

Miria şehri, güneşin son ışıklarıyla altın gibi parlıyordu. Ancak bu güzel manzaranın ardında gerilim vardı. Dük Miriam, çalışma odasında bir haberciyi dinliyordu. Haberci, yorgun ve toz içindeydi, belli ki uzun bir yolculuk yapmıştı.

"Dük hazretleri, Oliar kasabası düştü. Hayatta kalanlar Miria'ya doğru geliyor. Durum kötü... Çok kötü. Ayrıca Cadia, güney sınırlarımızda hareketleniyor. Miria tehlike altında."

Dük Miriam, derin bir nefes aldı. Gözlerini masanın üzerindeki haritaya çevirdi.

"Bu durum başkente bildirilmeli. Hemen bir ulak hazırlayın, güçlü bir destek almadan Miria ayakta kalamaz. Ayrıca Neram kalesine de haber gönderin. Herkes hazırlıklı olmalı."

Haberci reverans yaparak hızla odadan çıktı. Dük, odada yalnız kaldığında, ellerini haritanın kenarlarına koyarak bir süre düşündü. Miria'nın düşmesi, Helios'un kapılarına kadar yol açabilirdi. Bu savaşı kazanabilecekler miydi?

Gözlerini kısarak haritaya baktı.

"Bu tehdit, sıradan bir haydut grubu olamaz."

Dışarıdaki rüzgâr, yaklaşan fırtınanın habercisi gibiydi.