Novels2Search

Bölüm 3 - Kayboluş

Tanıdık bir kızın sesini duyunca umutlandı:

"Lena, iyi misin? Diğerleri orada mı? Babam, Tesila teyze ve William amca iyiler mi?"

Kısa bir süre bekledi, ancak Lena'dan bir cevap gelmedi. Birkaç saniye sonra, onun yerine bir adamın sesi duyuldu:

"Hey çocuk, burada bu kız ve benim dışımda kimse yok. Şimdi söyle, dışarıda durumlar nasıl? Kapıyı tamamen açamıyor musun?"

Jaksen, Lena yerine bu tanımadığı adamdan cevap aldığı için hayal kırıklığına uğramıştı. Babasının ve diğerlerinin burada olmaması, umudunu biraz daha kaybetmesine sebep olmuştu. Ancak Lena'yı buradan kurtarması gerektiğini düşünerek kendine geldi. Adama cevap vermek yerine etrafına bakındı. Şu an bulunduğu yer, binanın taş kolonlarının olduğu, hanın en sağlam bölgesiydi. Ancak tavan çökmüş ve kapının üzerinde bir enkaz oluşturmuştu.

Jaksen, çocukluğundan beri yaptığı fiziksel çalışmalar sayesinde yaşıtlarından daha güçlü ve dayanıklıydı. Birkaç dakika içinde kapının üzerindeki enkazı temizlemeyi başardı. Daha sonra kapağı açtı. Dışarıya ilk çıkan, eski ve ucuz bir zırh giymiş orta yaşlı bir adamdı. Adamı karanlıkta tam seçemese de ilk izlenimi onun kaba biri olduğuydu. Onunla ilgilenmeden elini tekrar aşağıya uzatarak Lena'ya seslendi:

"Lena, elimi tut, seni de çekeceğim."

Lena, Jaksen daha seslenmeden önce elini yukarı doğru uzatmıştı. Mahzene inmek için kullanılan merdiven, bir gün önce William amca tarafından geçici bir iş için alınmış ve geri getirilmemişti. Lena'yı dışarı çıkardıktan sonra Jaksen, elini onun yüzüne ve kollarına hafifçe dokundurdu, bir yarası olup olmadığını kontrol etmek istiyordu.

"Lena, iyisin değil mi? Bir yerin acıyor mu?"

Lena, bu ani ve cesurca dokunuşlardan biraz utanmıştı. Ancak Jaksen'in niyetinin iyi olduğunu biliyordu, bu yüzden sesini çıkarmadı. Hafifçe başını salladı.

"Ben iyiyim, Jaksen abi. Ama annem... beni aceleyle mahzene soktu ve çıkmamamı söyledi. Kendisi Benald amca ve babama bakacağını söyledi. Senin de onlarla olduğunu sanıyordum. Ama... senin de haberin yok sanırım."

Lena'nın sözleri, Jaksen'in yüreğini burktu. Onu endişelendirdiğini fark ederek hemen toparlandı. Lena'yı korumak zorundaydı. Yüzüne bir gülümseme yerleştirerek konuştu:

"Lena, endişelenme. Tesila teyze güçlüdür. Babam ve diğerleri de kesin iyidir. Şimdi bizi arıyorlardır, merak etme. Hadi, bir an önce buradan çıkıp onları bulalım."

Tam o sırada orta yaşlı adam, ucuz zırhını temizlerken kaba bir sesle konuştu:

"Hey veletler, konuşmanız bittiyse çıkalım buradan. Sen, bizi buradan çıkaran çocuk, geldiğin yolu göster."

Jaksen, adamın umursamaz tavrına içerledi. Geldiği yönü işaret ederek adamı kaba bir şekilde başından savdı. Adam ikinci kez arkasına bile bakmadan hızla uzaklaştı. Jaksen, Lena'ya dönerek onunla konuşmaya başladı. Onu endişlendiremem diye düşünerek ona burada ebeveynlerini aradığını söyleyemezdi. "Lena, burayı biraz daha araştırmam gerek. Ama sen buradan çıkmadan gitmek istemem. Tezgahın altında babamın gizlediği bir zulası var. Onu alabilir misin? Bu eşyalar dışarıda bize lazım olacak."

Jaksen, sözlerini bitirip Lena'nın kafasını okşadı. Lena, hafifçe başını sallayarak kabul etti ve çalışmaya koyuldu.

Jaksen dikkatli olmasını söyleyerek girişin diğer tarafına, üst kata giden merdivenlerin oraya doğru ilerledi. Geriye pek fazla bir şey kalmamıştı, ve ilerlemek için dizlerini bükmesi gerekiyordu. Önünü tam göremiyordu, çoğu zaman kolu bacağı bir şeylere çarpıyordu, bazıları keskin çivilerdi ki bu onu çok yaralamasa da canını yakıyordu.

tam olarak ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordu ama en az yarım saat falan olmuştu. Birkaç yanmış ceset bulsa da üzerlerinde ki eşyalardan kendi ailesi olmadığını anlayabiliyordu. Aklına bir sürü kötü ihtimal akın etse de çok düşünmeyerek en iyi ihtimali düşündü.

''İçeride değiller, demek ki yangın sırasında kaçabildiler. Lena'yı daha fazla endişelendirmeden yanına gitsem iyi olacak. Babam ve diğerleri kesin dışarda bizi bekliyor olmalılar.''

Zeki bir çocuktu. Her geçen dakika kötü düşünceleri aklını doldursa da görmezden gelebiliyordu. İçeri de değillerse dışarı çıkmış olmalılar. Ama dışarı çıkanları da haydutlar öldürmüştü. Bu ihtimali aklından silerek içten içe kabul etmiyordu. Son ana kadar reddetmeye devam edecekti.

O düşünceler içerisindeyken Lenanın yanına gelmişti. Kız tezgahın önünde taş kolonların orada otururken Jaksen kızın yanına geldi. Kucağında birkaç kese vardı. Jaksen, onun üzgün olduğunu fark etti. Yanına yaklaşarak hafifçe boğazını temizledi:

"Lena, iyi misin? Sana bir şey olmadı değil mi?"

Lena, Jaksen'in nihayet geldiğini görünce sevinmişti. O gidince ister istemez içini kötü bir his kapladı. Sanki onu bir daha göremeyecekmiş gibi hissediyordu. İşini kısa sürede hallederek beklemeye koyulmuştu. Ancak ne kadar beklese de Jaksen gelmedi. Zaman kavramını yitirmişti, 10 dakika mı geçmişti yoksa 1 saat mi bilmiyordu. Aslında Zaman kavramını yitirecek kadar uzun süre enkaz altında sıkışmamıştı ancak bu gün normale göre daha endişeliydi. Zeki bir kızdı. 15 yaşındaydı ve 2 ay önce yetişkinlik gününü kutlamışlardı. O artık bir yetişkindi.

Jaksen'in aksine o her zaman en kötüyü düşünerek ona göre kendini hazırlardı. Jaksen ne kadar kabul etmese de o ailesinin öldüğünü düşünüyordu. Dışarıda ki durumdan ve haydutlardan haberi yoktu ancak, üstüne biraz düşününce bunun alelade bir yangın değil bir saldırı olduğunu anlamıştı. Ve bu bir saldırıysa da yangının amacı esasın da fareleri dışarı çekmekti. Ve dışarı çıkan fareler ise avlanacaktı. Ne kadar korkunç olsa da böyle olması yüksek ihtimaldi. Her zaman gerçekçi bir düşünce yapısına sahipti.

This tale has been unlawfully lifted without the author's consent. Report any appearances on Amazon.

Ayrıca çok fazla da hayalperest değildi ve gerçeklerden kaçmazdı. Lena, Jaksen'i her zaman abisi olarak görse de son birkaç aydır kendini ona daha yakın hissediyordu. Birbirlerini çok iyi tanıyorlardı ve daha geçen seneye kadar birlikte uyuyorlardı. Ancak artık yetişkin bir kadın olduğundan ayrı yataklarda yatmaya başlamışlardı. Esasın da buna nedense çok üzülmüştü. Kalbi ağırlaşmıştı, ayrı yatmalarına gerek olmadığını düşünüyordu. O zaman hislerinin farkına varmıştı. Ancak yine de bir şey dememişti.

Çok geçmeden tüm bu düşünce karmaşaları içerisin de kaybolmuşken bir ses onu tekrardan dünyaya getirdi. Jaksen ona seslendiğin de yüzü gülmeye başlamıştı.

Lena, Jaksen'i görünce rahatladı. Ona bir süre kızgın bakar gibi yaptıktan sonra dayanamayıp üzerine atıldı.

"Ah, Jaksen abi! Bir an seni bir daha göremeyeceğim sandım!" diyerek boynuna sarıldı.

Lena konuşmaya başlar başlamaz Jaksenin üstüne atılmıştı. Korkuyordu, esasında ailesinin ölmesinden ziyade, yalnız kalmaktan korkuyordu. Muhtemelen ailem diyebileceği kalan tek yakını Jaksen'di ve onu da kaybedemezdi. Bu yüzden sanki onu bir tasma ile bağlamış gibi boynuna atlayarak kollarını boynuna sarmıştı. Onu bırakmayı hiç istemiyordu.

Jaksen, Lenanın sarılmasına şaşırdı ama içtenlikle karşılık verdi. İçinden, onu bir daha endişelendirmeyeceğine dair kendine söz verdi. Onu korumalıydı.

"Hadi, buradan çıkalım."

El ele tutuşarak dışarı çıkmaya başladılar. Çıkış yolunda eğilerek ilerlemek zorunda kaldılar. Nihayet gün ışığını gördüklerinde temiz havayı ciğerlerine çektiler. Ancak yüzleri aniden ciddileşti; birbirlerine bakarak farklı yönlere dağıldılar. İkisi de sessizce aynı şeyi düşünüyordu: Ailelerini bulmak zorundaydılar.

Lena, hanın arkasındaki geniş yolda askerlerin toplandığını gördü. Şövalyeler, hayatta kalanları sorguluyordu. Bir asker ona yaklaşıp kaba bir şekilde sordu:

''İyi misin genç hanım. Haydutların saldırdığını duyduk ve Florin kasabasından geldik. Ancak maalesef çok geç kaldık. Sorun olmazsa bize neler olduğunu anlatabilir misin?''

Adam bir şövalyeye benziyordu ancak çok fazla şövalye görmemişti, bu yüzden adamın tam olarak şövalye olup olmadığını anlayamamıştı. Ancak orada ki söz sahibi kişinin şu anlık o olduğunu tahmin etmişti. Lena, sakin bir şekilde yaşadıklarını ve hatırladıklarını anlattı. Ardından sorgu bitince kalabalığın arasına karıştı.

Biraz bakındıktan sonra dikkatini bir masanın çevresin de toplanmış olan kalabalık dikkatini çekti. Masanın etrafında birkaç muhafız vardı ve masanın başında ise 3 kişi duruyordu. Az önce kendisine soru soran yetkili muhafız da masaya doğru gidiyordu. Biraz daha masaya doğru yaklaşarak 3 kişiyi süzmeye başladı. Uzun süre karanlıkta kalınca gözü tam olarak ışığa alışamamıştı. Masada ki 3'lü hiddetli bir tartışma içerisinde görünüyorlardı. Ancak ne konuştuklarını anlayamıyordu. Farklı bir dil konuşuyor olmalılar diye düşündü.

Üçlüden ikisi erkekti, kaliteli zırhları vardı ve krallığın amblemini üzerlerin de taşıyorlardı. Bu da onları kesinlikle şövalye yapıyor diye düşündü. Az önce ki soru soran adam muhtemelen sadece muhafızların başıydı. İki şövalyenin ardından diğer kişiye bakmaya baktı. Üstü başı yırtık ve her yerin de kan olan bir kadındı. Eteği dizlerinin altından itibaren yırtılmıştı ve ayakkabıları yoktu. Saçları kir ve kan içerisindeki kadına baktı. Kadının yüzündeki o tanıdık endişe ve korku dolu yüzünü görünce duygulanmıştı. Gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı.

"Anne..." diye fısıldadı.

Genç kızın sesi kalabalığın arasın da kaybolmuştu ancak, yorgun ve sinirli kadın sanki duymaktan ziyade hissetmiş gibi kıza doğru dönmüştü. Lena'ya baktığında yüzündeki tüm korku ve endişe kayboldu. Kızına doğru koşup sıkıca sarıldı.

Annesinin sanki ışınlanmış gibi bir anda yanına vardığını ve kendisine sıkıca sarıldığını fark edince kendini tutamayarak sesli bir şekilde ağlamaya başlamıştı. "Ah Lena! Sana bir şey olmadı ya?" diye fısıldarken gözyaşlarına hâkim olamıyordu.

Tesila, kızın üstüne başına bakarak bir yarası olup olmadığını görmeye çalıştı. İyi görünüyordu, tekrardan kızına sarılıp başını öpmeye başladı. Kocasını kaybetmesinin ardından kızını kurtaramaması onu mental açıdan tüketmişti. Şövalyelere yalvararak bir an önce hanın içerisine girip kızını kurtarmak istiyordu ancak hala yanan birkaç yer olduğundan ve haydutların nerede olduklarını ve amaçlarının ne olduğunu bulamadıkları için bunu çok tehlikeli bularak kimseyi enkaza yaklaştırmıyorlardı. Öyle ki haydutlar tarafından oklarla vurulan cesetler hala oldukları yerde yatıyorlardı. Ve kocası da o cesetlerden biriydi. Kafasını kemiren bir karga tarafından gözlerinin önün de yeniyordu.

Ahır da çöktüğü için sadece çatı kısmı gözüküyordu ancak kocasının en çok bulunduğu ve vaktini geçirdiği yer olan vagon tamir kulübesi sağlam bir şekil de ayaktaydı. Ancak kapısın da çökmüş olan bir ceset vardı. Tam seçemese de gördüğü kadarı ile göğsüne iki tane ok saplanmıştı ve çevresinde birkaç tane karga vardı. Cesedi tanıyınca gözyaşlarına hakim olamamış ve oraya doğru koşmaya başlamıştı ancak muhafızlar onu tehlikeli olduğu gerekçesiyle durdurmuşlardı.

2 saat boyunca şövalyelere ve muhafızlara bağırıp yalvararak yardım istemişti. Ancak sonun da kalbinde ki huzursuzluğun dağıldığını hissederek sıcak ve sevgi dolu bir şey hissetmişti. İlk doğum yaptığında ve doğurduğu çocuğunu ilk gördüğün de ki o sıcak histi.

Lena, annesinin sıcak kollarındayken aniden aklına Jaksen geldi.

"Anne! Jaksen abi!" diye bağırdı. Bir anda kalbi sıkışmıştı, annesini bulmuştu, ağır bir yarası yoktu ve sapasağlam bir şekilde hayattaydı. Ancak yine de içinde ki kötü hislerden kendini bir türlü alıkoyamıyordu.

O sırada gökyüzü karardı ve mor yıldırımlar çakmaya başladı. İnsanlar paniğe kapılmıştı. Bu dünyada büyü veya canavarlar yoktu. O yüzden doğal olarak bu olayı sadece bir şekilde yorumlayabiliyorlardı.

''T-t-tanrılar! Tanrılar öfkeli! D-diz çökmeli ve af d-dilemeliyiz''

''E-eve..t! Tanrılardan merhamet dilenmeliyiz!''

''Ah yüce tanrım, bizi affet!''

''Yüce Tanrım bizi bağışla! Biz sana inanan ve dua eden kullarınız!''

''Yüce Tanrıya merhamet için yalvarıyoruz.''

İnsanlar bir anda diz çökmüş, bazıları da yere kapanmıştı. Havanın bir anda kötüleşip, mor yıldırımlar saçması onlar için tamamen tanrının öfkesiydi. Merhamet dilenmekten başka çareleri yoktu. Tanrıya karşı gelemezlerdi.

O sırada annesini hanın diğer tarafında kalan ana kapıya doğru çekiştiriyordu.

Jaksen, hanın ön tarafında oturmuş, kucağında babasının cansız bedenini tutuyordu. Göğsüne ve bacaklarına saplanmış oklar, ölümünün ne kadar acımasız olduğunu haykırıyordu. Sessiz bir şekilde ağlıyordu ancak üzüntüden çok öfke hissediyordu.

Öfke içerisinde kaybolmuşken yüksek bir yıldırım çaktı ve Jaksen'in üzerine düştü. Çok büyük bir yıldırımdı ve mor ile sarı renginde parıldıyordu. Yıldırımın sesi dünyayı ikiye yaracak kadar büyüktü. Yer sarsılmıştı ve çoğu insanın kulaklarından kan gelmeye başlamıştı. O an hafif çiseleyen yağmur anlık durmuş ve yıldırımın çakmasının ardından bardaktan boşalırcasına yoğun bir şiddetle bastırmaya başlamıştı.

Sonrasın da yıldırımlar ve karabulutlar kaybolmuş ve geride yağmur bulutları ile birden bastıran yağmur ve yağmurun altın da ise iki kadın kalmıştı. Yıldırım düştüğünde Jaksen'de ortadan kayboldu.

Lena şok olmuştu. Gözleri yaşlarla dolarken yavaşça yere çöktü. Annesinin onu çekiştirdiğini duyuyor, ama harekete geçemiyordu. Yağmur, sanki her şeyi temizlemek istercesine üzerlerine yağıyordu. Lena, yağmurun Jaksen'i de alıp götürdüğünü hissetti. Bu karanlığın içinde, bilinçsizce annesinin kollarına sığındı. Gözleri giderek kapandı ve her şey karanlığa teslim oldu.