Novels2Search

Bölüm 4 - Kararsızlık ve Kabul

Gözlerini açtığında beyaz mermerden yapılmış bir tavana bakıyordu. Kendine gelmeye çalışırken bir süre hareketsizce tavana odaklandı. Ardından, hiç duymadığı ama garip bir şekilde anladığı bir dilde konuşan bir kızın sesini işitti.

"Kendine geldi, hemen üstada bildirmeliyiz," diyordu ses. Birkaç saniye sonra aceleyle uzaklaşan ayak seslerini duydu. Jaksen, başını çevirerek sesin geldiği yöne baktığında yanında oturan genç bir kız gördü. Güzel yüzü, hafifçe endişeli bir ifadeyle ona bakıyordu.

"Le...na," diye mırıldandı istemsizce. Genç kadın, Jaksen'in bir şeyler fısıldadığını fark ederek hemen yanına yaklaştı. Heyecanlı bir şekilde konuşmaya başladı:

"Kendini zorlamamalısın. Benim adım Rona, Beyaz Büyü Kulesi'nden Kule Üstadı'nın çırağıyım. Burada sana eşlik etmek için bulunuyorum, Bay Kahraman."

Çocuk kızın söylediklerinden tek kelime anlamamıştı. En son bir yıldırım tarafından vurulduğunu ve garip bir kuyuya düştüğünü ve değişik bir oda da uyandığını hatırlıyordu. Daha sonrasında şiddetli bir baş ağrısından dolayı bilincini yitirmişti. Şimdi o baş ağrısının sebebini düşününce başı yine zonklamaya başladı.

İlk seferinde gözünü açtığında bir ihtimal her şeyin rüya olduğunu düşünmüştü ancak şimdi her şey çok gerçekçi gibi gözüküyordu. Bunun anlamı neydi? Annem öldükten sonra Tanrılara her fırsatta dua ettim, günahlardan ve kötülüklerden uzak durdum, yardıma muhtaçlara elimden geldiğince yardım ettim, peki ya şimdi bu yaşadıklarım neydi? Yaptığım iyiliklerin ve tanrılara ettiğim duaların sonucu muydu? Neden hep kötüler mutlu iyiler mutsuz olmak zorundaydı..

Çocuk bunları düşünürken Rona, Kule Üstadı ve büyüler hakkında coşkulu bir şekilde konuşmaya devam ediyordu, ama Jaksen'in aklı başka yerdeydi. Birkaç dakika sonra içeriye aceleyle yaşlı bir adam girdi. O an, Jaksen'in tüm dikkatini bu adam çekti. Muhtemelen 70'lerin de gibi gözüküyordu. Adamın göğsüne kadar uzanan beyaz sakalları ve uzun beyaz saçları vardı. Giydiği mavi ve altın işlemeli cübbesi, üzerine işlenmiş değerli taşlarla göz alıcı bir şekilde parlıyordu. Yaşlı adam içeri girdiği anda doğrudan Jaksen'e bakmaya başladı. Ancak hiçbir şey söylemedi.

Bu adam neden bana bakıyor? İlk benim konuşmamı mı bekliyor? diye düşündü Jaksen. Kafasını çevirerek odadaki diğer insanlara baktı. Rona dışında üç kişi daha vardı. İkisi yaşlı, biri ise genç bir erkekti. Hepsi beyaz cübbe giyiyordu. Yaşlılardan birinin elindeki uzun sopanın ucunda parlayan mavi bir taş vardı.

Derin bir nefes alıp olan biteni anlamaya çalıştı.

''Siz.. meleksiniz değil mi? Hepiniz beyaz giyinmişsiniz, her yer bembeyaz ve daha önce hiç görmediğim parlak taşlara sahipsiniz, yoksa burası cennet mi? Tanrılar dualarıma cevap mı verdi?''

Odadaki herkes bir an dona kaldı. Jaksen'in sözleri, beklenmedik bir şok yaratmıştı. Sessizlik kısa sürdü, ilk konuşan kişi yanında ki çok konuşan kız oldu.

''Bu.. nasıl bir saçma-...''

Derken yaşlı adamlardan biri kahkahalarla patladı.

''HAHAHAHAHAHAA BURASI CENNETMİ HAHAHAHA''

Diğer yaşlı adam da kendini tutamayarak güldü

"MELEK Mİ? HAHAHA! BU YAŞIMDA BANA MELEK DİYEN BİRİNİ GÖRDÜM YA, ARTIK GAM YEMEM!"

Bu sırada odaya ilk giren ve ortada daha yetkili gibi duran ihtiyar yüzünde hiçbir ifade olmadan yatakta yatan çocuğa bakıyordu. Diğer iki yaşlı ona gülüp alay ederken çocuk durumu anlamaya çalışıyordu. Rona, yaşlıları susturmaya çalışarak araya girdi:

"Yeter artık, bu kadar üstüne gitmeyin. O bir kahraman!"

O an da odanın merkezindeki en otoriter görünen yaşlı adam boğazını temizleyerek diğerlerinin susmasını sağladı. Kahkahalar kesildikten sonra konuşmaya başladı:

"Öhüm! Öncelikle yanımdaki ahmaklar adına özür dilemek isterim. Buraya seni biz çağırdık. Antik bir büyü yardımıyla farklı bir dünyadan seni, buraya, bizim dünyamıza getirdik. Ama hayır, burası cennet değil ve bizler de melek değiliz. Bunu söylemenin sebebi, muhtemelen yaşadığın dünyada büyünün olmaması, değil mi?"

Jaksen, yaşlı adamın söylediklerini dikkatle dinliyordu. Yüzünde şaşkınlık ve inançsızlık karışımı bir ifade belirdi.

Neler olduğunu anlayamıyordu ancak ister istemez sinirlenmişti. Kafasındaki sorular ve belirsizlikle baş edemiyordu. Babasının ölümünün ardından buraya nasıl geldiğini anlamaya çalışıyordu. Öfkesi arttıkça vücudundan garip bir şekilde altınımsı bir hava yayıyordu, gerçekten çok garipti ancak ortam birden gerilerek ve ağırlaştı.

The genuine version of this novel can be found on another site. Support the author by reading it there.

Otoriter yaşlı adam, sesini sakince yükseltti:

''Sakin ol, genç kahraman. Öncelikle Ben Beyaz Kule Üstadı Ogmios'um ve seni buraya çağıran ritüelin baş büyücüsüyüm. Öncelikle seni izinsiz ve habersiz çağırdığımız için özür dilerim. Başka bir boyuttan bir varlık çağırmak çok zordur bu yüzden kimin çağırılacağı ve nereden çağırılacağı gibi şeyleri biz de belirleyemiyoruz. Bu yüzden tekrardan özür dilerim.''

Biraz nefeslendikten sonra adam sözlerine devam etti:

''Ancak.. Seni, yani Kahramanı bu dünyaya çağırma sebebimiz, İmparatorluğumuzun başının belada olmasıdır.. Çok bencilce bir istek biliyorum ancak, manyağın teki tek başına tüm imparatorluğu katlediyor ve tahminen bir ay içerisin de başkente, yani buraya ulaşacak. Şu ana kadar hiç kimse onu durduramadı. Bu imparatorlukta ki en güçlü kişi ben olmama rağmen onu durdurmayı başaramadım. Bu yüzden elim de kalan son seçenek, daha önce hiç bilmediğim bir büyü olan çağırma büyüsünü yapmaktı. Bu yüzden bir kahraman çağırarak, bu cani katili yenmesini sağlamak tek seçeneğimiz. Şimdiye kadar milyonlarca can katledildi.. Her geçen gün dahası da bu sayıya ekleniyor.. Lütfen bay kahraman, bize yardım edin!'' Ogmios sözünü bitirdiği gibi başını eğdi. Diğerleri de kule üstadının ardından başlarını eğdi.

Çocuk dikkatlice dinlemiş olsa da hiçbir şey anlamamıştı. Büyü mü? Büyü de neydi? Hangi imparatorluk, ne kulesi, ne katliamı? Ne diyor bu yaşlı adam.. Çocuk daha fazla dayanamayarak haykırdı;

''Hey sen! İhtiyar ne saçmalıyorsun sen? Ne büyüsü, Büyü de ne oluyor? Ne katliamı, ne kulesi, ne imparatorluğu? Ne anlatıyorsun sen, BEN NEREDEYİM? SİZ KİMSİNİZ?'' Jaksen neredeyse kontrolünü kaybedecekti. Hiçbir şey anlayamıyordu. Neredeydi, nasıl buraya gelmişti, babasına olanlar gerçek miydi? Ne yapmalıyım diye düşünerek başını ellerinin arasına aldı.

Ogmios, az çok böyle bir cevap bekliyordu. Çağırılan kahramanın büyü olmayan bir dünyadan gelmesine şaşırmıştı, ancak bu tarz bir durum yaşandığı eski kayıtlarda yazıyordu. Çocuğun kafasının daha da karıştığını fark etti. Bu yüzden bu çocuğa da kas kafalı şövalyelere olduğu gibi salağa anlatır gibi anlatmak zorundaydı.

''Sakin ol, genç kahraman'' Kule ustası kendi manasını etrafa yayarak ortam da yayılan kahramanın dengesiz aurasını bastırdı. Sonrasında konuşmasına devam etti. ''Burası Reynor kıtası. Yaşadığın dünyadan tamamen farklı bir dünyadasın. Bu dünya da büyü denilen doğaüstü şeyler yapmamıza imkan veren güçler vardır.'' Bunu söylerken, elinden küçük bir ateş topu yarattı ve ardından havada bir su damlası döndürmeye başladı. Jaksen, gördükleri karşısında gerildi. Bu adam gerçekten ateş ve suyu kontrol ediyordu.

''Biz bu güçlere büyü deriz, büyünün bir sınırı yoktur, manamız olduğu sürece hemen hemen her şeyi yapabiliriz. Burası ise Beyaz Büyü Kulesidir, yani bir çeşit büyü okulu gibi düşünebilirsin. Şu an bu kulenin bulunduğu topraklar, Gallant İmparatorluğu adındaki dünyanın en büyük ve en güçlü ülkesinin hükmü altındadır. Ancak şu anda imparatorluk büyük bir tehdit altında. Bu tehdidin sorumlusu olan o şeytanı yenebilmek için yine bir büyüye başvurduk. Bu büyü ise, farklı dünyalardan kahramanlar çağırmaktır. Bu kahraman sensin. Kahramanlar yüksek insan seviyesin de ki varlıklardır, yani sen hepimizden daha güçlü bir varlıksın. Bir kahramanın görevi ise yardıma muhtaç olanlara yardım etmek ve kötülükle savaşmaktır. Ayrıca ortada bir sözleşme var. Çağrıldığın o yuvarlak odadaki büyü çemberi bir sözleşme niteliğindedir. Eğer üç gün içinde bu sözleşmeyi kabul etmezsen, ruhun ve bedenin yok olacak. Dün bu dünyaya geldin, yani geriye sadece iki günün kaldı. Bu sözleşme senin farklı bir dünyadan gelmenden dolayı, bu dünya da yaşayabilme iznindir..''

Adam, çocuğun anlattıklarını sindirmesine biraz müsaade etti ve bir süre sonra konuşmasına devam etti.

''Kafanın karışık olmasını anlıyorum, şu an özetleyebileceğim kadar özetledim, ancak önce sözleşmeyi kabul etmelisin, bu süreç birkaç saat sürecek çünkü. Sözleşmeyi kabul ettikten sonra sana daha fazla açıklama yaparak sorularını cevaplayacağım, o yüzden lütfen, kendini iyi hissediyorsan benimle gel, kahraman.''

Jaksen, duydukları karşısında dehşete kapılmıştı. Hala tam olarak neler olduğunu anlayabilmiş değildi, büyü denen şey nasıl olurda başka dünyadan bir başka dünyaya gitmeyi mümkün kılardı? Başka dünyalar da mı vardı? Belki de dünya düz olduğu için burası da dünyanın alt tarafıdır?

Ahh... bilmiyorum.. başım ağrıyor, ancak bir an önce nerde olduğumu anlayıp geri dönmeliyim... Babam.. onu.. benim geri dönmem gerekiyor.. nihayetinde kendini fazla zorlamadan akışına bırakmaya karar verdi.

''Anladım dersem yalan olur.. ancak bir an önce bu işi çözüp eve gitmem lazım.. Beni buraya çağırabildiğin gibi.. şu büyü dediğin şey ile tekrar geri de gönderebilirsin değil mi Ogaros?''

Ogmios, çocuğun hemen kavrayabilmesinden memnun kalmıştı ancak dikkatini çeken önemli bir şeyi iyice belirtti.

''Öncelikle genç kahraman, benim adım ogaros değil, Ogmios. Bir insanı temsil eden en önemli şey ismidir, bu yüzden lütfen ismimi yanlış telaffuz etmezsen sevinirim.. İsim demişken, senin adın nedir bay Kahraman?''

Çocuk küçük bir azar yemiş gibi hissetse de pek umursamamıştı.

''Adım.. Jaksen. 17 yaşındayım.''

Otoriter yaşlı adam, Jaksen'in bu düşüncelere dalmasını bekliyormuş gibi nazik ama ciddi bir ses tonuyla konuştu:

"Seni buraya biz getirdik. Ve seni geri göndermenin bir yolunu da bulabiliriz. Çağırılan varlığı geri gönderebilecek bir büyü mevcut, bu büyü biraz daha araştırırsam seni geri gönderebilirim. Ama lütfen... önce bize yardım et. Masum insanlar katlediliyor, şehirler yok ediliyor. Yardım edebilecek tek kişi sensin. Üstelik, bu dünyada edineceğin güçlerle kendi dünyana döndüğünde, oradaki insanlara da yardım edebilirsin. Hatta... büyüyle ölüleri diriltmek bile mümkün."

Bu son cümle Jaksen'in zihninde bir fırtına kopardı. Babamı... geri getirmek mümkün mü? diye düşündü.

Bu gerçek mi? Bunu sadece Tanrılar yapabilirdi. Böyle bir şey yapabilse bile, gerçekten yapmalı mıydı? Bu doğru olur muydu? Babası buna ne derdi? Jaksen'in kafası karışmıştı, ama bir karar vermesi gerektiğini biliyordu. Eğer babamı kurtarmak adına olsaydı, bencilce isteklerimi başkalarının fikirlerini sormadan yapamaz mıydı?..

Sonunda, derin bir nefes alarak başını kaldırdı.

"Ben... yapacağım," dedi sessiz ama kararlı bir şekilde.