Daha önce okumak için; https://tengriata.wordpress.com
-------------------------------------------------- ---------------------------------
Yapılan her şey yok olacak! Ve küllerinden yeni dünya yükselecek!
- Mahşer
-------------------------------------------------- ----------------------------------
HİDE
"Kim yapıyo la bu gürültüyü?"
Âdeta deprem oluyordu. Yeryüzü sallanıyor, parçalanıyor, yıkılıyordu. Biraz etrafa bakındı. Karanlık ve sıkışıktı. Nerdeyim? diye düşündü. Tüm bu gürültü onu uyandırmıştı. 'Niye uyuyorum ki?' diye düşünde. Biraz düşündü. Hiç bir şey gelmedi aklına. Ne bir anı ne de bir cevap.
Biraz daha zorladı. Sonun da bir şöhreti hatırladı.
Neden kendini hapsettiğini hatırladı.
İnsanlık.
Azıcık hâfızasın da Çakra denen bir enerkeyi kullanan sayısız savaşçının yer aldığı bir savaşı hatırlıyor. Hepsi Jüübi denen bir varlığa karşı.
Bîjû denen dokuz varlığın birleşimiyle oluşan sonsuz güce sâhip bir varlık.
Bîjû, tek kuyruklarıyla dağları devirip, denizleri göğe kaldıracak kadar güçlü 9 ilâhi varlık. Tek başlarına Ulusları yok edip, yüceltebilirlerdi.
Ve biri bu dokuz varlığı ele geçirip benzeri görülmemiş güçteki bir varlık oluşturmak istedi.
Jüübi
Zâten bir Bîjû aşırı güçlüyken bir de dokuzunun birleşimi...
Sonraki hâtıralar çok bulanık olsa da savaşın yıkımını ve zaferini gâyet net hatırlıyordu.
En sonun da tüm çakrayı emdi ve kendini mühürledi. Sonun da insanlık her şeye yeniden başlayabilirdi. Eski güçleri olmadığından artık büyük yıkımlar yaratamayacaktılar. Gerçi çakra olmadan bile kesin uslu durmayacaktılar. Yinede tüm o savaşları gördükten sonra bu hiç bir şeydi.
Çakrayı emdikten sonra üstündeki tüm yorgunluk ve acıyla kendini mühürledi. Tüm bu şeyden uzaklaşmak istiyordu.
Daha fazlasını hatırlamaya çalışırken dünya bir kez daha sallandı. Bu sefer ki öncekinden daha güçlüydü. Yüzey de ki geniş yıkımı fark ettiğin de, sorumluyu veya sorumluları durdurma niyetiyle yukarı çıkmaya karar verdi.
Uzun süre sonra ilk kez gözlerini açtı.
Beyaz üzerinde siyah halkalar ve virgüller parladı.
Âniden önünde mâvi bir geçit belirdi. Tereddüt etmeden ona doğru yürüdü.
Hide şuan farkında değildi ama dünyâyı tekrar değiştirmişti.
ÇARLS
Hiç bir şey yapamıyordu.
Sâdece yarı yıkık binânın ikinci katından arkadaşlarının ve öğrencilerinin Mutant Tanrısı Mahşere karşı umutsuzca mücâdele etmesini izleyebilirdi.
Tanrıyı her taraftan kuşatmışlar, tüm güçleriyle ona saldırıyorlardı. Sâdece onlar değil, Dört Süvâriden biri de eski müttefîkine saldırıyordu. Gâliba adı Fırtına'ydı. Gerçekten yardımcı oluyordu, yıldırımı ve ateşi olmasaydı Mahşer için her şey çok daha kolay olurdu.
Sâdece o değil Skot'un ışınları, Erik'in çeliği ve diğerleri.
Yine de Mahşer hâlâ ayaktaydı. Bunun en büyük sebebi yarattığı kubbeydi, temâs eden her şeyi anın da yakıyordu.
Savaş çıkmazdaydı.
Buna râğmen Mahşerin kazandığı ortadaydı.
Öğrencileri gittikçe yorulurken, O hâlâ sağlamdı.
Çarls, Uzaduyumunu(telepatisini) kullanarak Mahşerin zihnine girdi. Ve bir an için kazandıklarını düşündü. Bu, Mahşer gerçek gücünü gösterene kadar sürdü.
'N'apıcam ?' diye düşündü umutsuzca. Mahşer hem bedenen hem de zihnen rakipsizdi, Gerçek bir Tanrıydı.
Aklına Jin(Jean) geldi.
İşe yarayabilirdi. 'Saçmalama.' diye azarladı kendini. İki İlâhi varlığın birbiriyle savaşması daha fazla felâket demekti.
Başka bir şey düşünmeye çalışırken, birinin zihnine girdiğini hissetti.
"Ne !?" diye bağırdı şaşkın ve korkulu bir vaziyette.
Mahşer de onu fark etmişti. "Kimsin ?"
Yabancı sessiz kaldı, ikisine şöyle bir baktı.
Çarls şuan Mahşer tarafından baş aşağı vaziyette tutulduğundan yabancıyı pek net göremiyordu. Görebildiği tek şey dağınık beyaz saçlardı. Daha iyi bir görüş için biraz debelendi ama nâfile.
Mahşer, kaşlarını çattı. Yabancıya doğru bir adım attı. Attığı gibi de durduğu yer ve Zihni parçalandı.
Mutant Tanrısı bu sefer bir adım geri attı.
Yabancı yavaşça Mahşerin önüne gelir.
"Nesin ?" diye sordu Mahşer. Çarlsı bir köşeye attı böylece yabancıya odaklanabilecekti. Sonuçta çok az kişi bir zihin alanın da denetimini bu kadar kolay kaldırabilir.
Çarls, acıya katlanıp yabancıya bakar.
Beyaz bir teni, saçı ve sakalı oldukça uzun olduğu gibi zil, çiçek ve kağıtla süslenmiş, uzun karışık örgülerle bağlanmıştı.
Ayaklarına kadar inen, yırtık ve zedeli, pek çok renkten lekeler olan gri, uzun kollu bir pelerini omuzlarına atmıştı. Pelerinin solunda, hoş, beyaz bir çiçek vardı. İçin de, zedelenmiş, beyaz, çiçek desenli asyalı bir elbise vardı. Belindeki kalın deri kemerden îtibâren elbise bölünmüştü, altın da siyah bir şalvar(pantolon) vardı. Uzun ve siyah çizmeler giyiyordu.
'Mutant mı?'
Eğer öyleyse, sıradan bir Mutant değil, bu kesin. Sâkin ve güçlü varlığı bir İlahı andırıyordu.
If you spot this narrative on Amazon, know that it has been stolen. Report the violation.
'Umarım bizim tarafımızdadır.' Diye düşündü.
"Son kez soracağım. Sen kimsin?" diye sordu Mahşer, sesi gittikçe düşmanlaşıyordu.
Yabancı, Mahşeri görmezden geldi. Orta ve Baş parmaklarını yaklaştırdı ve sâkince çırptı.
Hem Mahşer hem de Çarls büyük bir baskı hissetti.
Çarls böyle bir acı hissetmemişti, her yerinden kan sızıyordu ve neredeyse bayılıyordu .
Mahşer de ondan pek farklı değildi. Kan kusmuştu ve diz çökmek üzereydi.
'Bu nasıl bir güç !?' Diye düşündü Çarls dehşetle.
Çarlsın canı yanıyordu. Başı patlayacak gibiydi ve bedenini hissetmiyordu. Ama her nasılsa hâlâ bilincini koruyordu. Gözleriyle göremese de bilinciyle ne yaptıklarını anlayabiliyordu. Dişini sıkıp gelip odaklandı.
Mahşer şaşırtıcı bir irâdeyle ayağı kalktı. "Kelimelere gerek yok. Eylemlerinle açıkça bana karşısın."
Boyutundan beklenmeyecek bir hızla adama koştu, sağ elini çekip yumruk atmaya hazırlandı.
"GEBER!"
Yabancı, kaçmadı ya da savunmadı. Sâdece elini hafifçe kaldırdı.
Mahşer bu sefer kelimenin tam anlamıyla yeri öpüyordu. Fakat bir an sonra tekrar kalktı ama hâlâ hareket edemiyordu.
Yabancı, deve baktı.
Mahşer bedeninin küçüldüğünü fark etti. Yüzünden gittikçe gerildiği ve kızdığı belliydi.
Yabancı ağzını açtı.
"Seni sevmedim." Çarls, biraz bildiği Japonca da konuşmuştu.
Mahşer bir kez daha hücûma kalktı.
Ve sefilce başarısız oldu.
"Kes şunu! Bana ne yapıyorsun !?" Mahşer kükerdi. Gerçekten korkmuş ve öfkeli geliyordu kulağa.
Yavaşça yaklaştı. "Devralıyorum."
Gördüğü son şey siyah virgüllü kızıl gözlerdi.
Çarls, nefes nefese kendini yere attı, kemiklerinin korkuyla titrediğini hissetti. Kanlı gözleriyle etrâfa baktı. Tüm acıyı görmezden geldi, sâhip olduğu tüm güçle üst vücûdunu kaldırıp dışarı baktı.
MAHŞER
Mahşer, eskisinden daha da fazla güçlü görünüyordu. Onu çevreleyen erke kubbesi hızla genişleyerek havadaki Fırtına ve Manyeto da dahil olmak üzere yakındaki Mutantlara çarparak fırlattı.
Büyüyen baş ağrısını hafifletmek için alnına bir el koydu. Yabancının baskısından kurtulsa da acı hâlâ devam ediyordu. 'Nasıl bu kadar güçlü olabilir !?' Mahşer büyük uğraşlarla, acılarla buralara gelmişti. Ömrünü gömmüş, canını dişine takmıştı. 'Ama hâlâ benden daha güçlü biri mi var !?'
Yabancıyı tekrar hissetti.
Yavaşça döndü. Biraz ötede, bir zamanlar mâlikâne denen moloz yığınının üstünde duruyordu.
Yabancı merakla çevresine baktı, bir şeyi anlamaya çalışıyor gibiydi.
Mahşer, adamın gücünü algılamaya çalışarak yabancıya baktı. Bin yıl önce başka bir Mutant'ın güç seviyelerini algılama yeteneğini çaldı ve bu sâyede Dört Süvârisini bulmakta büyük fayda sağladı.
'Neden onu hissedemiyorum ?' Adam sanki yok gibiydi. Gözleriyle görmese vâr olduğuna inanmazdı.
Yabancı, Mahşere baktı.
Omurgasında bir titreme hissetti.
Sanki yanlış bir şey yapmış da onu azarlıyor gibiydiler.
"KES ŞUNU !!" Mahşer âni bir öfke hissetti. "BANA NASIL O GÖZLERLE BAKARSIN ?!! BANA !? DÜNYÂNIN KURTARICISINA ?!!"
Bitirdiğin de yabancı âniden önünde belirdi. Mahşer daha ne olduğunu anlayamadan yüzünde büyük bir acı hissetti. Yumruğun etkisiyle havalanıp yere çakıldı.
Bu onu daha da öfkelendirdi. Adama acılı bir son vermek için hıza ayağa kalktı. Hızlıca etrâfına baktı, yoktu.
"Neredesin !? Kendini göster ve Tanrının gazâbıyla yüzleş !" Serbest bıraktığı güçle dünya titriyordu. Yakındaki Mutantlar dengelerini kaybedip düştüler.
"Nereye bakıyon mal."
Arkasından gelen sesle gözleri büyüdü. Tam arkasını dönmüştü ki yüzünde yine aynı acıyı hissetti. Ne olduğunu anlayamadan kendini başka bir moloz da buldu.
Hafifçe inledi. Kırılımış kemiklerini ve zedelenmiş etini onararak ayağa kalktı. Yabancı tam karşısındaydı.
Öfkeyle yakındaki tüm molozları kaldırdı. İki elini birleştirip bir top hâline getirdi. Daha sonra, moloz topu asidik kuma dönüştürdü. Ardından topu yabancıya doğru attı.
Yabancı, kum topunun gelmesini öylece izledi. Ama sonra âniden top geri tepti. Mahşer, hemen kalkanlarını yükseltip darbeyi karşıladı. Asidik kumlar kalkanı gittikçe zayıflatıyordu. Mahşer, bu saldırıyı tutabilse de vakit ve erke kaybıydı.
Hemen güvenli bir mesâfeye ışınlandı.
"Nereye gidiyorsun ?"
Mahşer şaşkınlıkla geri çekildi. "İmkansız! Ne tür bir Mutantsın !?"
Yabancı, ifâdesizdi.
Mahşer, sağ elini yabancıya doğrultup güçlü bir erke ışını fırlattı. Buna rağmen, ışın çıkar çıkmaz, yabancı Mahşerin dibine gelmişti. Bir eli Mahşerin yüzünü bir eli de sağ elini sertçe tutuyordu. İlk önce hızlıca Mahşeri kendine çekti, sonra itti.
Kıyamet, setçe zeminde bir krater açtı. Yarı ölü sayılırdı. 'NASIL !?' Diye haykırdı zihninde ama cavâbı bir türlü bulamadı. Nerede yanlış yapmıştı ?
"Söylesene, tüm Mutantlar ânında yenileniyor mu yoksa sadece sen misin ?" Yabancı konuştu. Sâkin ve rahattı. Bu Mahşeri mümkünse daha da öfkelendirdi. "SENİ GEBERTİCEM !!!!"
Mahşer, ayaklanırken gözleri bembeyaz oldu. bedeni irileşti. Yaraları iyileşti. Ama hâlâ çılgın br boğa gibiydi.
"HİÇ KİMSE TANRININ GAZÂBINDAN KAÇAMAZ!" diye kükredi. İki elini de başının üstünde kaldırarak gücünü on katına çıkardı. Mutant Tanrı düşmanına baktı. Bu saldırı şuan bulundukları kıta'yı parçalayabilecek güçteydi.
Tam o sırada bir el yüzünü kavradı ve onu yere mıhladı.
"Bu ruhta çok fazla nefret var."
Parmak aralarından, adamın yüzünü zar zor görebiliyordu. Ama net bir şey vardı. Asla unutamayacağı bir şey. Siyah halkalar ve virgüllerle bir çift güçlü beyaz göz.
Mahşer, dehşet içinde o gözlere baktı. Artık anlamıştı. Kaybetmesi doğaldı. Bu gözler yenilmezdi.
Ne kadar denese de kaçamadı kaçamadı. Tüm yeteneklerini kullanıyordu ama hiç biri işe yaramıyordu. Kendini ışınlayamıyordu bile, düşmanın merhametindeydi. Birdenbire ... özgür hissetti.
Ne olduğunu anlamaya çalışırken süzüldüğünü fark etti. Yabancı ona âkince baktı "Umarım sonra ki hayâtın da mutlu olursun."
Sonrası karanlık.
HİDE
Çevrede ki Mutantlar, olayı dehşet, korku ve afallama'yla izledi. Hiçbiri bilinmeyen bir adamın Mahşeri bir çocukla uğraşırmışcasına yendiğine ve ruhunu çıkardığına inanamıyordu. Adamın ne yaptığından emin olmasalar da, nihâyet Mutant Tanrının yenilgisiyle rahat bir nefes verebildiler.
Hide, Mahşer'in anılarına baktı. Berbat çocukluğunu, güçlerini keşfetmesini, yükselişini ve düşüşünü izledi. Sâdece onun anılarını değil, bu yeni dünyâ'yı da öğrendi.
Ve memnun değildi. Hiç de.
On bin yıllık târih'in çoğu ölüm ve sefâletle doluydu. Görünüşe göre, Çakra, artık yoktu, solmuştu, yâni insanlar artık onu ölüme ve yıkıma neden olmak için kullanamazlardı. Ne yazık ki, Çakra ve Bijū yerine yeni silahlar buldular.
Ve ne için ?
Kaynak ?
Fikir ?
Güç ?
'Bana öyle geliyor ki, gerçek barışın gerçekleşmesi için çakra'nın kayboluşundan daha fazlası gerekecek.' diye düşündü Hide. 'Belki de daha açık bir yaklaşım benimsemenin zamanı gelmiştir.' Gitmeden önce Mahşer'in cesedine baktı. "Umarım sonra ki hayâtın da mutlu olursun." dedi tekrar. Bunu gerçekten içtenlikle istiyordu.
Cesedin etrâfın da âniden Menekşe alevler belirdi. Mutantların şaşkınlıkları ve korkuları büyük, beyaz bir kafa alevlerden çıktığında arttı. Başı iki katlı bir ev kadar büyüktü ve gözleri siyah çemberler olan bir mordu. Ağzını açtı ele benzeyen üç dokunaç çıkıp Mahşer'in cesedini kavradı, yavaşça çekip yuttu. Ardından hem kafa hem de alevler yok oldu.
Hide, bunu sâkince izledi. Ama diğerleri...
Hide, arkasında bir patlama duydu. Omzunun üzerinden geriye baktı. Mâvi tenli Dişi bir Mutant tabanca denen metal parçasıyla onu hedefliyordu. Mahşer'in anıları olmasa o şeyin bir silah olduğunu fark etmezdi. Ayrıca anılardan edindiği bir diğer bilgi de bu bahsi geçen mutantın ne olursa olsun her şeye dönüşme yeteneğine sâhipti. Suikast ve Câsusluk için hârika.
Ona doğru bir adım attı, gerildiğini hissetti ama geri adım atmadı ya da korkusunu göstermedi. Kibrine rağmen çevrede ki mutantların en zayıflarındandı.
Mâvi tenli Mutant, ondan korkan tek kişi değildi. Diğer Mutantların duygularını hissedebiliyordu, hepsi korkuyordu özellikle bacakları hasarlı olan zihin ustası ilginç şekil de kendisinden çok yoldaşları içindi bu.
Hafifçe gülümsedi. Herkesin Orospu Çocuğu olmadığını bilmek güzeldi.
"Kimsin ?" diye sordu kadın.
"Kes şunu Raven !" diye bağırdı sakat adam. Kollarından biri tuhaf gözlüklü bir çocuğun diğeri de kızıl saçlı bir çocuğun omzundaydı.
Hide, adamın mâvili kadının zihnine girmeye çalıştığını hissetti. Engelledi. Adam iyi biri olsa da henüz ona güvenemezdi ayrıca birinin zihnine girmek tecâvüzdü. Gâliba bunu bilmiyordu. Gerekmedikçe yapılmamalıydı.
Mâvili, adamı görmezden geldi. "Son kez soracağım. Sen kimsin ?" sesi eskisinden daha yüksekti.
Hide, Mutantların geri kalanına bakmadan önce bir an Mâvili'ye baktı. Duruşlarından, mâvili'ye karşı bir şey yapmaya çalışırsa, onunla savaşmaya hazırlardı. Gerçi şuan ki halleriyle nasıl savaşacaklarsa. Hepsi Mahşer ve Dört Süvârisi'yle savaşmaktan yorgundu. Onlarla savaşmak da istemiyordu. Ruhlarında ki iyiliği hissedebiliyordu.
Arkasında bir geçit açtı, girmek için arkasını döndü.
Mâvili, bu fırsatı kaçırmadı. Tereddüt etmeden ateşledi. Mermi hedefe yaklaşamadan havada kayboldu.
Gizle, geçitten sadece bir adım uzaktayken durdu. Omzunun üzerinden arkaya baktı ve oynak bir sırıtma sundu, sağ elini iki parmağının arasında bir mermi vardı. Tam geçide girecekken ölüleri duydu.
İç çekti. Ellerini birleştirdi. Tekrar yerden, bu sefer daha büyük alev ve kafa geldi. Kafa ağzını açtı ve bir insanın ruhları fırladı. Hızlıca bedenlerine ulaşmaya çalışıyorlardı. Bedenlerine girdiklerinde yaraları inanılmayacak bir hızda düzeldi. Enkaz altında kalanların üstündekiler ânın da toza döndü.
İşi bittikten sonra kafa yok oldu. Hide arkasında ne olduğunu anlamaya çalışan bir şehir bırakarak geçide girdi.
-------------------------------------------------- ------------------------
Daha önce okumak için; https://tengriata.wordpress.com