Novels2Search
Shadows of Mind [Turkish]
6 - Bir fosilin saçmalıkları

6 - Bir fosilin saçmalıkları

Velrad ve Aerion kahvaltılarını aldıktan sonra Sutir ve Nilu'nun oturduğu masaya doğru ilerlediler. Masaya yaklaştıklarında Velrad alaycı bir tonla selam verdi:

"Günaydın arkadaşlar."

Sutir ve Nilu, bu sabah sessiz ve biraz soğuk görünüyordu. Velrad’ın alaycı tavrı, onların sabahki ruh haline bir tür karşılık gibi görünüyordu. Bir anlık sessizlik oldu, sonra Sutir zoraki bir şekilde karşılık verdi:

"Günaydın, Velrad. Aerion."

Nilu da peşinden ekledi, ama daha sakin bir tonda:

"Günaydın."

Herkes yavaşça yemeğine döndü, masada bir süre sessizlik hakim oldu. Sadece çatal ve bıçakların tabağa çarpma sesi duyuluyordu. Bu sessizlik, sonunda Velrad’ın meraklı bir sorusuyla bozuldu:

"Büyücü Narkol’un dediklerini yaptınız mı?"

Sutir’in yüzünde hafif bir kızgınlık belirdi. Kaşı çatık bir şekilde cevap verdi:

"Yaptım ama pek bir işe yaramadı. Boşuna uğraşıyormuşuz gibi hissettim."

Nilu ise omuzlarını silkerek ekledi:

"Ben de denedim ama sadece uykumu getirdi..."

Bu sözlerin ardından masadan hafif kıkırdamalar yükseldi. Aerion da hafifçe gülümseyerek bakışlarını arkadaşlarına çevirdi. Meditasyonun zorluğu ve etkisizliği grup içinde benzer bir hayal kırıklığı yaratmış gibiydi.

Ardından rutin fiziksel eğitimlerini tamamlamak için eğitim alanında diğer çocuklarla beraber toplandılar, yorucu birkaç saatin ardından grup, Büyücü Narkol ile meditasyon pratiği yaptı. Bu zorlu çalışmanın ardından, sıra üçüncü hocalarıyla olan derse geldi.

Çocuklar, dersin yapılacağı salona girdiklerinde karşılarında yaşlı ve hafif kambur bir adam gördüler. Saçları tamamen ağarmıştı ve kafasından keçi boynuzuna benzeyen kıvrık bir çift boynuz çıkıyordu. Yorgun ama bilge bir hava taşıyan bu adam, gruba dikkatlice baktı ve onlar yerlerine oturduktan sonra konuşmaya başladı:

"Ben tarih ve genel kültürden sorumlu eğitmeniniz Jaeler," dedi, sesi derin ama sakin bir tondaydı. "Bugünkü dersimize İmparatorluğumuzun kuruluşu ile başlayacağız."

Jaeler, elindeki bastona yaslanarak devam etti:

"Atalarımız bu topraklara gelmeden önce, büyük bir savaş yaşandığına dair elimizde bazı belgeler var. Ancak ne yazık ki, Büyük Savaş öncesine dair tarih neredeyse tamamen kayıp. Elimizdeki bilgi kırıntılarına rağmen o dönemi aydınlatmak pek mümkün değil. Neyse... Şu anki imparatorluğumuzun kökeni, dokuz ejderhanın bu topraklara göç etmesiyle başlıyor. Biz onlara 'Ata Ejderhalar' diyoruz. Bu dokuz ejderha, imparatorluğumuzdaki neredeyse herkesin atasını temsil eder. Ancak, büyük savaştan sonra tam olarak neden olduğunu bilmiyoruz ama, bu ejderhalar farklı ırklardan eşler seçtiler ve soylarını bu şekilde devam ettirdiler."

Jaeler derin bir nefes aldı, bakışları kısa bir süreliğine uzaklara daldı. Sanki geçmişin derinliklerinde kaybolan hikayeleri yeniden canlandırmaya çalışıyormuş gibiydi.

"İmparatorluk ailesi ve ona bağlı olan sekiz büyük klanın her biri, doğrudan Ata Ejderhalardan gelir. Bu klanlar, atalarının saflığını ve kudretini korumuşlardır. Kanları neredeyse bozulmamış bir şekilde günümüze kadar gelmiştir. İmparatorluk hiyerarşisinin temeli, bu ejderha soylarına dayanır. "

Aerion elini kaldırarak merakla bir soru sordu:

"Usta Jaeler, dokuz Ata Ejderha olduğundan bahsettiniz, ancak yalnızca sekiz büyük klan var dediniz. Dokuz klan olması gerekmez mi?"

Jaeler, Aerion’un sorusunu dikkatle dinledi ve derin bir nefes aldı. Yüzünde hafif bir düşüncelilik belirdi.

"Bu, gerçekten de tarihimizin en büyük gizemlerinden biridir," diye başladı konuşmaya. "Tarihin tozlu sayfaları arasında kaybolmuş bir bilgi bu. Ne yazık ki elimizde kesin bir cevap yok. Ancak yıllar boyunca çeşitli teoriler ortaya atıldı. Kimilerine göre dokuzuncu Ata, çocuk sahibi olmayı reddetti ya da belki de klanıyla birlikte bilinmeyen bir sebepten ortadan kayboldu. Kimileri ise dokuzuncu Ata'nın lanetlendiğini ve adının kasıtlı olarak tarihten silindiğini öne sürer. Doğrusu, bunu kesin olarak bilmek zor. Bu, araştırmacıların ve tarihçilerin yüzyıllardır üzerinde kafa yorduğu bir muamma."

Unauthorized content usage: if you discover this narrative on Amazon, report the violation.

Jaeler kısa bir süre sustu, bakışlarını sınıfta gezdirdi. Ardından, konuyu toparlayarak devam etti:

"Teoriler ne olursa olsun, dokuzuncu Ata'nın yokluğu ya da gizemi imparatorluğumuzun bugününe pek etki etmemiştir. Şimdi, konumuza dönelim. İlk imparatorlarımız ve imparatorluğun kuruluş yıllarında öne çıkan bazı önemli şahsiyetlerden bahsetmek istiyorum."

Jaeler, imparatorluğun ilk dönemlerini anlatarak dersine devam etti. İlk imparatorların güçlü ve karizmatik liderler olduğunu, ata ejderhaların mirasını nasıl koruduklarını, ve klanlar arasında barışı nasıl sağladıklarını vurguladı. Ayrıca, bu dönemde büyük başarılar elde etmiş generaller ve bilge büyücülerden de bahsetti. İmparatorluğun sağlam temellerinin, bu büyük insanların çabalarıyla atıldığını açıklarken, öğrencilerin gözleri önünde kadim imparatorluk tarihinin sayfaları adeta canlandı.

Grup dersten sonra akşam yemeğini birlikte yedi ve herkes yavaş yavaş kendi yoluna dağıldı. Aerion, yatakhaneye gidip meditasyonuna kaldığı yerden devam etmeyi planlıyordu. Yemeğin verdiği rahatlamaya rağmen kafasında hala Jaeler’in anlattıkları dönüp duruyordu. Yatakhane yolunda ilerlerken yanından geçen birkaç çocuğun fısıldaşarak konuştuğunu duydu. "Bir çocuk daha kaybolmuş…"

Bu sözler aniden Aerion’un zihninde yankılandı. İçini tarif edilemez bir huzursuzluk kapladı ve kafasında bir dizi karanlık senaryo belirmeye başladı. Daha önce duyduğu kaybolma olayları şimdi daha da gerçek ve tehditkar geliyordu. Tam o anda, soğuk bir ses zihninde yankılandı:

"Belki de burası düşündüğün kadar güvenli değildir…"

Aerion’un içini bir ürperti kapladı. Yeni kazandığı tetikte olma duygusuyla çevresini gözlemleyerek adımlarını hızlandırdı. Yatakhane binasına ulaştığında bir süre duraksadı, etrafını dikkatlice süzdü ve kendini içeri attı. Eski yatağına uzandı, ancak içindeki tedirginlik yatışmak bilmiyordu. Etrafında ne olduğunu tam olarak anlayamasa da güvende olmadığını hissediyordu.

Bu tedirginlik ve kaygı dalgasına rağmen, derin bir nefes aldı ve gözlerini kapattı. İçindeki soğuk ses tekrar yankılandı, ona zihninin derinliklerine inmesi gerektiğini hatırlatarak. Aerion, tek gözlüklü figürün yardımıyla, bir kez daha zihninin karanlık ve geniş dünyasına dalmaya başladı. Kendi bilinçaltının uçsuz bucaksız boşluğuna gömülürken, zihni bir kez daha meditasyonun sessizliğine doğru çekiliyordu.

Fakat zihninin derinliklerinde bu kez bir şey farklıydı.

Aerion, aniden devasa bir savaş alanında buldu kendini. Hava, ağır bir demir ve bakır kokusuyla doluydu; yoksa bu kan kokusu muydu? Etraf, kırık kılıçlar, parçalanmış zırhlar ve yerde yatan bulanık figürlerle kaplıydı. Korku ve çaresizlikle dolu manzara, her bir karanlık köşede kaybolmuş ruhların yankılarını taşıyordu.

Odağını etrafından önüne kaydırdığında, uzun bir süredir görmediği tanıdık bir figürle karşılaştı. Kızıl saçları omuzlarına dökülen, kan kırmızısı gözleriyle ona bakan biriydi bu. Başından yukarı doğru kıvrılan boynuzları, ona olağanüstü bir hava katıyordu. Aerion’un içini bir tedirginlik kapladı.

"Tek gözlüklü nerede?" diye sordu, sesi titreyerek.

Kırmızı saçlı figür, yüzünde ufak bir gülümsemeyle cevap verdi. "Biraz meşgul... ama seni onun hakkında konuşmak için buraya getirmedim. Karanlık, sandığın kadar uzak değil; bu hızla ilerlersen, sadece başka bir yankı olursun."

Aerion, şüpheyle sordu: "Ne demek istiyorsun?"

Kızıl saçlı, hafif bir tebessümle yanıtladı. "Hmm, sadece bir fosilin saçmalıkları... Neyse. Konuya dönersek, seni zorla manaya uyandıracağım."

Aerion’un sesi şokla kısıldı, "Zorla mı..." diye fısıldadı. Cümlesini bitirmesine fırsat kalmadan, kızıl saçlı figür elini salladı. Aynı anda, Aerion’un burnuna yoğun bir kan kokusu doldu. Bu koku, sanki geçmişten gelen bir kâbus gibi zihnini sarmaladı. Vücudu, içinde biriken gerilimin patlamak üzere olan bir balon gibi hissediyordu; nefesi daraldı, kalbi hızla çarpmaya başladı.

Acıyla bir çığlık attı; sesi, karanlık savaş alanında yankılandı. "Eğer gerekli olmasaydı bunu yapmazdım Aerion.”

Aerion, başını elleriyle kavrayarak genizden gelen bir acı çığlığı attı ve görüşü karardı.

--------------------------------------------------

Aerion, başındaki keskin sızlamayla gözlerini açtığında görüşü, bir renk ve pus karmaşasıyla doluydu. En son meditasyon yaptığı anı hatırlamaya çalıştığında, kafasına bir çekiç yemiş gibi bir acı hissetti. Elini kafasına bastırarak derin bir nefes aldı. Bir süre yatağında oturduktan sonra, tuhaf bir şey fark etti: Görüşü, daha önce hiç deneyimlemediği bir şekilde değişmişti. Sanki renkler daha parlaktı görüşü daha netti. Ama en önemlisi sanki yeni bir duyu organı kazanmış gibi hissetmesiydi. Daha önce hiç hissetmediği bir şey, havada, vücudunda ve etrafta bulunan bir şey hissediyordu. Tarif etmek istese bile edemezdi. Bu doğuştan kör birine renklerden bahsetmeye benziyordu.

"Bu... bu MANA mıydı?" diye düşündü, yeni duyularıyla algıladığı değişken varlığı hissederken.

Yavaşça yerinden kalktı, bedenini kontrol ederken başındaki hafif sızı dışında bir sorun olmadığını fark etti. Derin bir nefes aldı ve "Üstad Narkol ne demişti... İrade! İrade, manayı yönlendirir," diye kendi kendine mırıldandı.

Bu sözleri hatırladıktan sonra, derin bir odaklanma sürecine girdi. Zihninde etrafındaki görünmez ama akışkan varlığı, yani manayı hissetmeye çalıştı. Onu avcunda bir topak haline getirdiğini hayal etti; yoğun bir şekilde zihnini buna odakladı. Mana, sanki etrafında akıyor, dalgalanıyor ve onun iradesine boyun eğmeyi bekliyordu. Ancak kontrolü eline almak hiç de kolay değildi.

Birkaç dakikalık odaklanmanın ardından, avcunun üstündeki hava hafifçe titremeye başladı. Sanki görünmez bir güç, ince bir rüzgar gibi etrafında dolanıyordu. Fakat ne kadar uğraşsa da, istediği gibi şekillenmedi, yalnızca belirsiz bir titreme hissi oluştu.

Aerion, bu küçük başarıya bir anlık gururla baktı, ancak ardından bu yeterli gelmedi. "Bir anda mana ustası olacak değilim ya..." diye düşündü, kendini teselli edercesine. Ama içinde, bu küçük titreşim bile büyük bir yolculuğun başlangıcı gibi hissettirdi. Mana, sonunda onun iradesine karşılık vermeye başlamıştı.

Bu kısa ama heyecan verici keşiften sonra, başındaki sızı yavaşça azaldıkça zihnindeki bulanık anılar da netleşmeye başladı. O kırmızı saçlı herif neyin peşindeydi ve tek gözlüklüye ne yapmıştı? Endişesi giderek artarken, bir süre önce ona rehberlik eden soğuk ve keskin sesi yeniden duymak istedi. İçten içe bir korku duyduysa da, sonunda dayanamadı ve zihninde ona seslendi:

"Orada mısın?"

Aerion’un endişelerine rağmen soğuk ses, her zamanki yankılı tınısıyla zihninde belirdi. Ancak bu sefer, sesin içinde hafif bir öfke ve huysuzluk da hissediliyordu.

"Sorun yok... sadece o herif biraz sorun çıkardı," dedi tek gözlüklü, belli ki kırmızı saçlı figüre karşı duyduğu rahatsızlığı gizlemeye çalışarak.

Aerion, bu sözlerin ardından biraz rahatlamış olsa da, içinde hâlâ birçok soru vardı. Kırmızı saçlı figürün niyeti neydi? Bahsettiği yaklaşan karanlık neydi ve Tek gözlüklü ile aralarında ne geçmişti.

Aerion derin bir nefes alarak kafasındaki cevapsız soruları bir kenara itti ve alışkanlıkla yemekhaneye doğru yürümeye başladı. Kısa bir süre sonra yemekhanenin kapısına ulaştı, ancak kapının hâlâ kapalı olduğunu fark etti. Görünüşe göre biraz erken uyanmıştı.

"Madem çıkmışken biraz temiz hava alabilirim," diye düşündü ve eğitim alanına doğru yöneldi. Taş koridorlarda ilerlerken, yakınlardaki iki kişinin konuşmasını duyunca adımlarını yavaşlattı.

“Eğitimler nasıl gidiyor, Büyücü Narkol?” diye sordu bir ses, derin bir resmiyetle.

“Şimdilik iyi gidiyor ama... karardan emin misiniz?” Narkol’un sesi daha tereddütlüydü.

“Bu benim kararım değil, Narkol. Ben sadece üstlerin emirlerini uyguluyorum,” dedi diğer adam, kararlı ve soğuk bir tonla.

Tam o anda, konuşma ve ayak sesleri aniden kesildi. Aerion, gizlice dinlediğini fark edip içgüdüsel olarak geri çekildi. Ardından, konuşan adamın sesi sert ve doğrudan ona hitap etti.

"Laf dinlemek burada pek hoş karşılanmaz, öğrenci."

Aerion hızla durduğu köşeden çıktı ve karşısında yaşlı şövalyeyi görünce hemen başını eğdi, sesinde saygılı bir tınıyla konuştu.

“Özür dilerim, efendim. Sadece geçiyordum,” dedi.

Yaşlı şövalye, onu kısa bir bakışla süzdü. Gözleri bir an için Aerion’un üzerinde durdu, sonra Narkol'a dönüp hiçbir şey olmamış gibi yollarına devam ettiler. Aerion’un içindeki gerilim yavaşça dağılırken, merak duygusu yerini ihtiyatlı bir temkinliliğe bıraktı. Karar mı? Üstad narkol hangi karar konusunda tereddütlü olabilir ki?

Previous Chapter
Next Chapter