Aerion’un son hatırladığı şey, giderek yaklaşan toprak zeminin acımasız sertliği olmuştu. Bilinci kararmış, zihni derin bir uykuya dalmıştı. Yavaş yavaş uyku hâlinden çıkarken, görüşü önce bulanık, sonra yavaşça netleşmeye başladı. Önünde beliren puslu bir figür, ona doğru yaklaşıyordu. Bu figür, Aerion’un zihninde tuhaf bir şekilde eğilip büküldü. Etrafındaki taş duvarlar adeta eriyerek çöküyor ve yerlerine soğuk beyaz hastane duvarları yükseliyordu. O puslu figür de şekil değiştirerek sarı saçlı, hemşire üniforması giyen genç bir adama dönüştü.
Aerion panik içinde ayağa kalkmaya çalıştı, ancak kolları ve bacaklarının deri kelepçelerle yatağa bağlandığını fark etti. Bu sahne ona geçmişten fazlasıyla tanıdık geliyordu. Ah o eski günler... Bir anda, zihninde iki ses yankılandı. Bir çocuğun tiz sesiyle bir gencin tok sesi aynı anda kulağında çınladı.
"İlaç vakti, ya bu ilaçları isteyerek içersin ya da zorla alırız," diye fısıldadı genç.
Diğer yandan, çocuğun tiz sesi duyuldu: "Yemek vakti, Aerion. Ya şimdi kalkarsın ya da yemeği kaçırırsın."
Bu sözler yankılanırken Aerion’un zihninde bir anlık bir şok dalgası geçti. Puslu görüntü aniden dağıldı, hastane duvarları yeniden taş duvarlara dönüşerek onu gerçeğe çekti. Yatmakta olduğu yere sabitlenmiş gözleri açıldı, odanın tanıdık soğuk taşlarını görür görmez derin bir nefes aldı.
Bir anlık sersemlikle irkilerek yerinde doğrulmaya çalıştı ve tam o sırada Velrad'ın sesini duydu.
"Hey, nihayet uyandın! Neredeyse akşam yemeğini kaçıracaktık," dedi Velrad, hafifçe gülerek.
Aerion, hâlâ zihninde yankılanan sahnelerle başa çıkmaya çalışırken, dudaklarında hafif bir titremeyle cevap verdi.
"O zaman hızlıca yemekhaneye gidelim," dedi Aerion, hâlâ uykunun sersemliğini üzerinden atmaya çalışırken. Velrad hafifçe başını sallayarak onayladı ve birlikte adımlarını hızlandırdılar. Kısa sürede yemekhaneye vardılar ve yemeklerini alıp, neredeyse tabaklarını bitirmek üzere olan Sutir ve Nilu'nun yanına oturdular. Velrad’ın yüzünde hafif bir kızgınlık vardı ve bu his sesiyle de dışa vuruldu.
"Keşke bizi de bekleseydiniz," dedi sinirli bir tonda.
Sutir alaycı bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Uyuyan güzeli bekleseydik aç kalacağımızdan korktuk."
Nilu, gözlerini devirdi ama bir şey söylemeden sessizliğini korudu. Aerion, Situr’un alaycı cevabına homurdanarak karşılık verdi ve önündeki tabağa odaklanıp sessizce yemeğini yemeye başladı. Velrad ise omuz silkerek onunla birlikte yemeğine döndü. Yemekhane genel olarak sessizdi; sadece çatalların ve tabakların çıkardığı hafif tıkırtılar etrafı dolduruyordu.
Ancak o sessizlik Aerion için uzun sürmedi. İçinde yankılanan soğuk bir ses, sanki zihninin derinliklerinden konuşuyormuş gibi ona hitap etti. "İki ders daha olacağını söylemişlerdi, değil mi?"
Aerion kaşlarını çattı. Gerçekten de öyle demişlerdi. Günü üç dersle geçireceklerdi: sabahki fiziksel eğitim, ardından akademik ders ve adap eğitimi. Kafasını meşgul eden bu soruyu sesli olarak dile getirdi.
Love this story? Find the genuine version on the author's preferred platform and support their work!
"İki ders daha olacağını söylememişler miydi?" diye sordu, önündeki ekmeği yavaşça kopararak.
Velrad ve Nilu bir anda başlarını kaldırıp ona baktılar, ama ikisinin de yüzünde belirsiz bir ifade vardı. "Bir fikrim yok," dedi Velrad omuz silkerek.
"Ben de duymadım," dedi Nilu kısaca.
Situr ise biraz daha emin bir tonla cevap verdi. "Galiba diğer iki ders bir süreliğine ertelenecekmiş."
Konuşmanın ardından, çocuklar günlük çalışma rutinlerine hızla geri döndüler. Haftalarca süren yoğun fiziksel eğitim ve düzenli beslenme, herkesin fiziksel yapısında belirgin bir değişim yaratmıştı. Artık tüm çocuklar sağlıklı, atletik vücutlara sahipti. Bu durumu, yaşlı şövalye de fark etmiş olmalı ki, uzun süredir ertelenen diğer derslere de başlamışlardı.
Artık onları perişan etmeyen, daha dengeli bir rutin fiziksel eğitimin ardından Aerion, Velrad, Nilu ve Situr’dan oluşan dört çocuk, büyücü Narkol’un ders vereceği açık hava sınıfına geldiler. Bu alan, taş duvarlarla çevrili ama gökyüzüne açık, etrafta doğal bitkilerin bulunduğu huzurlu bir yerdi. Sanki büyüyle iç içe geçmesi için özel olarak tasarlanmış gibiydi. Çocuklar, sıralarına yerleştiğinde, Narkol’un gözleri üzerlerinde gezindi. Sonra hafif bir el hareketiyle havada parlayan yazılar belirdi. Parlak harfler çocukların dikkatini çekerken, havada şu cümle yazıyordu:
"Büyü Nedir?"
Büyücü Narkol, bir süre çocukların düşünmesine fırsat tanıdıktan sonra yavaşça konuşmaya başladı.
"Büyü, basitçe anlatmak gerekirse, dünyamızda mana adı verilen bir enerjinin zihnimizin belirli komutlarına göre hareket etmesi olarak tanımlanabilir," dedi, sesi sakin ve öğretici bir tondaydı. Elleriyle havada yavaşça hareketler yaparken mana kavramını şekillendiren enerjiyi sanki gözler önüne seriyormuş gibiydi. "Mana, tıpkı ısı, ışık ya da kinetik enerji gibi bir enerji türüdür. Ancak diğer enerji türlerinden farklı olarak, biraz daha kavramsal ve soyut bir yapıya sahiptir."
Çocuklar dikkatle dinlerken, Narkol devam etti. "Mana, çevremizde her yerde bulunur ve potansiyeli inanılmazdır. Fakat onu kullanabilmek, ona hükmedebilmek, irade ve zihinsel disiplin gerektirir. Bir bakıma, mana sizin düşüncelerinizle şekil bulur, fakat sadece güçlü bir zihne sahip olanlar ona gerçekten hükmedebilir."
Ardından bir an duraksadı, yüzünde hafif bir gülümseme belirdi. "Bu sınıfta öğreneceğiniz ilk şey, mananın doğasını anlamak ve ona nasıl doğru komutlar verebileceğinizdir."
Narkol’un yüzü ciddileşti, sesi biraz tehditkar bir tona büründü. "Ancak uyarayım," dedi, bakışlarını tek tek çocukların üzerinde gezdirerek, "bazen önemli bir büyü yaparken ufak bir odak kayması hayatınıza mal olabilir." Sözlerinin ağırlığı sınıfta sessizliği iyice yoğunlaştırmıştı. Çocukların yüzlerinde beliren ciddiyet, tehlikenin farkına vardıklarını gösteriyordu.
Sonra Narkol tekrar eski sakin tavrına döndü, yüzündeki hafif gülümsemeyle birlikte konuşmasını sürdürdü. "Ve işte bu eğitimin asıl amacı da bu. Zihninizi ve iradenizi elmas kadar sert, ama su kadar akışkan yapmak."
Sözlerini bitirirken, elleriyle havada zarif bir hareket yaptı; sanki hem sertliği hem de akışkanlığı vurgulayan görünmez bir şekil çiziyordu. "Büyüde ustalaşmak, sadece gücü kontrol etmek değil, aynı zamanda o güce uyum sağlayabilmektir. Zihin ve irade, her şeyin temelidir."
Narkol, yüzünde tecrübeli bir öğretmenin sabırlı ifadesiyle konuşmaya devam etti. "Tabii ki, ilk yapacağımız şey manayı hissetmek. Aslında, çoğu kişi manayı doğal olarak hisseder, ancak hissettikleri şeyin mana olduğunu fark edemez. Örneğin," diye devam etti, bakışlarını çocukların üzerinde gezdirirken, "bazı ortamlar diğerlerine göre daha yoğun ve baskıcı gelir, değil mi? İçeri adım attığınızda sizi rahatsız eden bir his, belki de huzursuz eden bir hava olur."
Çocuklar başlarıyla onayladı, bu durumu bir şekilde deneyimlediklerini gösteriyorlardı. Narkol bu tepkiden memnun bir şekilde devam etti. "İşte bu his, çoğu zaman ortamın manasının alışılandan daha yoğun olmasından kaynaklanır. Mana her yerde, her şeyde bulunur, fakat yoğunluğu değişken olabilir. Bizim işimiz ise bu enerjiyi fark etmek ve kontrol altına almak."
Narkol, çocuklara dikkatlice bakarak derin bir nefes aldı ve konuşmasına devam etti. "İlk olarak, yüzyıllardır büyüyü yeni öğrenen kişilerin manayı hissedebilmesi için kullanılan bazı egzersizlerden bahsedeceğim. Bunlar, büyücüler için temel ama vazgeçilmezdir. İlki meditasyondur. Her gün en az bir saatinizi meditasyon yaparak geçireceksiniz. Ancak bu sıradan bir meditasyon olmayacak; dikkatinizi içe değil, etrafınıza vereceksiniz. Beş duyunuzu kullanmadan, etrafınızdaki mana akışını ve enerjiyi hissetmeye çalışacaksınız. Sanki görünmeyen bir dünyanın haritasını çıkarıyormuş gibi.”
Narkol elini yavaşça havada gezdirerek devam etti. "İkincisi ise günlük olarak mana yoğunluğu farklı alanlar arasında geçiş yapmanız olacaktır. Bu, mana algınızı güçlendirecek ve enerjiyi fark etme yetinizi geliştirecektir. Bu konuda size yardımcı olacağım. Eğitimlerimizi yaptığımız bu alanın mana seviyesini bundan sonra normalin üç katına çıkaracağım. Böylece etrafınızdaki enerji değişimlerini daha kolay algılayacaksınız."
Gözlerini çocukların üzerinde gezdirirken sözlerini noktaladı, "Bu, algınızı keskinleştirmenin ilk adımıdır. Her şey bu temelle başlar; önce hissetmeyi öğrenin, sonra da yönlendirme kısmına geçeceğiz.."