Gecenin en karanlık saatlerinde, Dracoteneris ailesinin eğitim kışlasının bir bölgesinde alışılmadık bir hareketlilik vardı. Çocuklardan biri, uyuyamadığı için yerinde duramıyor ve yatakta dönüp duruyordu. Sonunda dayanamayıp kalktı ve binanın içinde sessizce bir tur atmaya karar verdi. Parmaklarının ucunda ilerleyerek, diğer çocukları uyandırmadan odadan çıktı. Taş koridorlarda dikkatle yürürken, aniden bir çıtırtı sesi duydu ve irkilerek durdu. Arkasına dönüp baktığında, daha önce aydınlık olan koridorun karanlıkla kaplandığını ve görüş mesafesinin keskin bir şekilde azaldığını fark etti. Oysa az önce meşaleler yanıyordu.
İçinde beliren huzursuzluk, bir şeylerin ters gittiğini fısıldıyordu. Çocuk, geri dönmeyi düşünebilirdi, ama koridorun giderek yoğunlaşan karanlığı onu korkutmuştu. Gerilimi artan adımlarla hızla ilerlemeye başladı. O sırada, arkasından gelen bir ayak sesi duydu. Hızlı adımları yavaşça bir koşuya dönüştü. Ancak kaçmaya çalışırken, karşısındaki koridorun da karanlıkla kaplandığını fark etti. Ne zaman olduğunu anlamamıştı, fakat bir an her şey meşale ışıklarıyla aydınlıkken, bir sonraki an tüm ışıklar sönmüş ve her yer karanlığa gömülmüştü.
Çocuk çaresizlik içinde etrafına bakınırken, az önce arkasında duyduğu ayak sesleri bu kez önünde yankılandı. Ve bu kez sadece bir çift ayak sesi değildi; karanlığın içinden biri ona doğru yaklaşıyordu. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Panik duygusu göğsüne ağır bir taş gibi çöktü. Sonunda dayanamayıp titrek bir sesle konuştu:
“B-bu bir tür şakaysa, artık komik değil..."
Sözleri ağzından dökülürken, karanlığın içinden belirsiz bir figür göründü. Sadece beline kadar seçilebiliyordu, üst kısmı ise tamamen karanlığa gömülüydü, varlığı bir gölge gibi belirsiz ve tehditkârdı.
Figür, karanlığın içinden yavaşça ortaya çıkarken, çocuk bu kişiyi daha önce gördüğünü fark etti. Gözleri dehşetle genişledi ve titrek bir sesle konuşmaya başladı: "S-sen—"
Ancak cümlesini tamamlayamadan, karanlığın içinden gelen figür, çocuğun boğazına ani ve sert bir darbe indirdi. Çocuk, boğazını tutarak geriye sendeledi, soluk borusuna aldığı darbenin şoku bedenine yayıldı. Dengesini kaybederken, figür ayağını ustaca hareket ettirip çocuğun zaten zayıflamış dengesini tamamen bozdu ve onu yere yıktı.
Yere düşen çocuk, soluk almakta zorlanarak sersemlemiş bir halde boğuluyordu. Figür, fırsatı kaçırmadan hızla çocuğun arkasına geçti ve onu sert bir boyun kilidine aldı. Çocuk, elleriyle mücadele etmeye çalıştı, kıvranarak kurtulmaya çabaladı. Fakat nefes almak her an daha da zorlaştı. Yaklaşık otuz saniye sonra, çocuğun bedeni bir seğirme ile hareketsiz kaldı.
Figür, çocuğun hareketlerinin durduğunu hissettiğinde, karanlığın içinde yankılanan hafif bir kıkırdama duyuldu. Sesin sahibi, işini tamamlamış olmanın rahatsız edici keyfiyle bir an durakladı.
--------
Aerion, eğitim yapacakları ilk günün sabahına uyandığında kendini bitkin hissediyordu. "Bu beden gerçekten berbattan hallice," diye düşündü içinden, yeni uyanmanın verdiği sersemlikle yavaşça yataktan kalkarken. Gözlerini ovuşturdu ve etrafına bakındı; bazı çocuklar hala derin bir uykudaydı, bazıları ise onun gibi yeni uyanmış ya da çoktan hazırlanmıştı bile. Ayağa kalkıp esnedi ve içgüdüsel olarak, karnında hafifçe hissedilen açlıkla, kışlanın yemekhanesine doğru yöneldi.
A case of literary theft: this tale is not rightfully on Amazon; if you see it, report the violation.
Yemekhane bölgesine girdiğinde, ona uzaktan el sallayan Velrad’ı fark etti. Küçük bir baş işaretiyle karşılık verdi ve yemek sırasına ilerledi. Kahvaltısını alırken gözleri tabaktakilere takıldı: iki haşlanmış yumurta, biraz peynir ve ekmek. Bu dünyada, özellikle içinde bulundukları şartlar göz önünde bulundurulursa, lüks sayılabilecek bir öğündü. Bir an için yemeğin ne kadar değerli olduğunu düşündü.
Tabağını aldıktan sonra Velrad’ın oturduğu masaya doğru yürüdü. Masada elbette Nilu ve Sutir de vardı. Aerion, onlara kısaca göz gezdirdi; her biri bir önceki günün yorgunluğunu üzerinden atmaya çalışıyor gibiydi. Kendini masaya bıraktı ve sessizce kahvaltısına başladı.
Aerion kahvaltısına sessizce devam ederken, zihninde yankılanan soğuk bir ses tekrar belirdi. "Vücut gelişimi için oldukça uygun bir öğün seçimi." Sesin kayıtsız ve soğuk tonunu duymazdan geldi. Bir süre daha sessizlik içinde yemeğine odaklandı, fakat bu sakinliği Velrad'ın ağzında yemeklerle mırıldanarak konuşmaya başlaması bozdu. "Çocuklardan biri kaybolmuş...duydum," dedi, ama ağzı dolu olduğu için ne söylediği tam anlaşılamıyordu.
Nilu, hafif bir tiksinti ifadesiyle Velrad’a bakarak sert bir uyarıda bulundu. "Lütfen, ağzında yemek varken konuşma." Sesinde hem iğrenme hem de sabırsızlık vardı.
Velrad, Nilu'nun uyarısı üzerine hafifçe kızardı. Gözlerini kaçırarak ağzındaki lokmayı aceleyle yuttu ve iki defa öksürdü. Bu kez daha düzgün bir şekilde tekrar etti. "Çocuklardan birinin kaybolduğunu duydum."
Bu söz, masada anında dikkat çekti. Aerion, kahvaltısına devam ederken istemsizce Velrad’a doğru baktı. Sutir ifadesiz bir şekilde kahvaltıya devam ederken bir şeyler düşündüğü belliydi. Nilu ise kaybolan çocuğun kim olabileceğini merak ederek gözlerini Velrad’a dikti.
Kısa bir sessizlik masayı sardı. Velrad, herkesin merakla kendisine baktığını fark edince omuz silkti ve biraz savunmacı bir tavırla konuştu. "Ben de tam bilmiyorum, sadece kulaktan dolma bir şey," dedi, sözlerini küçümseyen bir edayla.
Bu belirsiz açıklama Sutir’in dikkatini çekmişti. Hafifçe kaşlarını kaldırarak düşünceli bir şekilde konuştu. "Bu durumda çocuklardan birinin kaybolduğu hakkında yalan söylemezler bence. Böyle bir konuda şaka olmaz."
Aerion başıyla onaylayarak mırıldandı, fakat fazla bir şey söylemedi. Gözleri, boşlukta düşüncelere dalmış gibiydi. Nilu ise sessiz kaldı, yüzünde duygularını saklayan bir ifade vardı, ama bakışlarındaki endişeyi gizleyemiyordu.
Bundan sonra, masadaki konuşmalar sona erdi. Herkes kahvaltısına sessizlik içinde devam etti. O anın ağırlığı, kaybolan çocuk hakkında kulaktan kulağa yayılan belirsizlik, hepsinin zihninde yer etmişti. Kahvaltının geri kalanında bir kelime bile edilmedi.
Kahvaltıdan sonra, çocuklar eğitim alanında bir araya gelmişti. Ancak grupta bir eksik vardı; bir kişi hâlâ ortada yoktu. Hava gergindi, herkes birbirine bakarak bu sessizliği bozacak bir şey bekliyordu. O sırada, nispeten genç görünümlü ama kaslı ve sert bir duruşa sahip olan bir şövalye öne çıktı. Kalabalığın önünde durarak gür sesiyle konuşmaya başladı.
"Evet çocuklar, ben Şövalye Swean. Fiziksel durumunuzdan ben sorumlu olacağım," dedi. Sonra yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirip devam etti, "Kendimi tanıtmama bence gerek yok çünkü günün sonunda hepiniz benden nefret edeceksiniz! HAHAHA!"
Swean'in kahkahası eğitim alanında yankılandı ama çocukların yüzlerinde en ufak bir tepki bile yoktu. Sessizlik hâkimdi. Kimse gülmüyordu, hatta kımıldamıyordu bile. Bu durumun farkına varan Eğitmen Swean hafifçe öksürdü ve ciddileşerek konuştu.
"Tamam... Şimdi, önce bir ısınalım. Tempolu 50 tur koşun bakalım."
Eğitmen Swean'in talimatı açık ve netti. Çocuklar, çevresi beş futbol sahası büyüklüğünde olan geniş eğitim alanında ikili sıra halinde koşmaya başladılar. Çoğu daha koşuya başlamadan bile yorgun hissetse de, geri adım atacak durumda değildiler.
Daha üçüncü turda çocukların ruhları adeta bedenlerinden ayrılıyordu. Yüzleri solmuş, adımları ağırlaşmıştı. Dördüncü turda, birkaç çocuk artık dayanamayarak yere yığıldı. Diğerleri ise tükenmiş halde Eğitmen Swean’e yaklaşarak, nefes nefese dinlenmek istediklerini söylediler. Ancak Swean kesin ve sert bir dille bu talepleri reddetti, gözlerinde en ufak bir merhamet kırıntısı yoktu.
“Bu koşudan kurtulmanın tek yolu yorgunluktan bayılmak,” diye düşündü Aerion, ayakları kendiliğinden ileriye sürüklenirken. Altıncı tur geldiğinde, grubun yarısı yerde yarı baygın yatıyordu. Artık ayakta olanların bile adımları sendeliyordu. Onuncu turda ayakta kalabilen çocuk sayısı ondan azdı. Sona yaklaşan bu mücadele sanki sonsuz bir kabusa dönüşmüştü.
Ancak on birinci tura ulaşan hiç kimse olmadı.
Aerion sekizinci turdan sonrasını hatırlamıyordu. Bilinci, vücudu pes ettiğinde kapanmıştı. Yere yığılırken, gözlerinin karardığını ve nefes almakta zorlandığını hissetmişti. Bayılmıştı. Nilu ondan biraz daha önce düşmüştü, Velrad ise ondan birkaç dakika daha fazla dayanmıştı. Situr ise sona kalanlardan biriydi; dişini sıkarak direnmeye çalışıyordu ama onun da sınırları yakındı.
O sabah, eğitim alanı çocukların bitkin bedenleriyle dolmuştu, ama bu sadece başlangıçtı.