Garnizon binasına doğan sabahın kızıl güneşi hafif aralıklı perdeden Luliq'in yüzüne çarptığında yavaş yavaş gözlerini sessizce aralamaya başladı. Kendine gelmeye başladığında dışarıdan gelen kuru gürültü ve yaz meltemi tahta iç kapının açık boşluğundan odaya dolduğu sırada yatağın gıcırdamasından dun gece buraya taşındığını anlamıştı. Kolunun yarattığı şok etkisinden dolayı inanılmaz bir ağırlık üzerine çökmüştü ve kolunu neredeyse hissetmiyordu. Hareket ettirmeye çalıştığı sırada elini kaldırmaya çabaladı. Elini sıkı sıkı tutan bir başka el onu yerinde durdurdu. Lunaydı. Ellerini tutmuş ve kalbinin atışını dinleyerek yatağın üzerine yatmıştı. Dağınık saçları kurumuş kan lekesiyle kaplı yatak örtüsüne ve ayağının olduğu yere yayılmıştı.
"Elimi tutuyor." diye düşündü. Ve utandı. Kalp atışını dinlemek için yapıyor olmalı diye kendi kendine düşündü. Fakat yaralı omzunun olduğu eli tutmasını tuhaf bulmuştu. Kapının gıcırtısı ve odanın sessizliği sanki dün gece hiç yaşanmamış gibi onun içini kısa süreliğine rahatlattı. Luliq gözlerini dışarıya dikti. "Joanuquin. Annem ve babam ona gitmemi söylediler. Ona gitmeliyim." Aklından neden böyle bir şey geçtiğini sorguladı. Joanuquin, Lordlar arasında en az nüfuzlu olan fakat başkentte yaşamayı seven nadir Lordlardandı. Toprak varlığının çoğunluğu deniz aşırı topraklarında olan Lord Joanuquin Kensimar, aslen Narduk ve Tebralı değildi. Ana ülkesi tarafından Narduk'un piyasasına ucuz işlenmiş mal sokmak için gönderilen tüccarların aksine, Kaldera tarafında fabrika açmasına izin verilmeyen tüccarların en başında geliyordu. Savaş sonrası, Kaldera her ne kadar güçlense de artık Kensimar ailesi buraya alıştığı için geri dönmemişti. Ya da hikayesi buydu. Şu anda işlediği demir isleme fabrikası ise tek geliriydi. Kraliyet ailesi ile her daim iyi ilişkiler içerisindeydi.
Babası bayılmadan önce "Joanuquin'i bul!" Diye bağırmıştı. Ona gitmeliydi. Ona gitmeliydi. Ona gitmeliydi , hem de hemen.
Kafasının içerisinde sürekli bu düşünce dolanıp dururken başını sağa çevirdiğinde odanın en dip köşesinde oturan bir siluetin ona doğru dönük olduğunu gördü. Normal bir insan gibi değildi, bu sıcak Haziran ayında üzerinde her aklı yerinde olan Narduklu gibi serin beyaz çöl kıyafetleri yerine tamamıyla etrafını bulunduğu köşenin gölgeleriyle kaplamış gibi görünen simsiyah bir palto vardı. Paltonun içinde tek bir çakmaklı tabanca sanki oturduğu yerde havada süzülüyordu. Görünür görünmez kemerinin içinde öylece duran tabanca Luliq'i endişelendirse de sadece yutkunmakla yetindi. Adamın paltosu içeride rüzgar olmamasına rağmen sanki buharlaşıyormuş gibi hareket ediyordu. Olduğu konumdan sadece ona doğru dönük olan bu heykel gibi varlık Luliq ona dik dik bakmaya başlayınca ayağa kalktı ve odanın hafif aydınlık olmasına rağmen görüşünü tam anlamıyla kapattı.
"Hayattasın." Kafasının olması gerektiği yerde sadece kesik bir boyun bulunan bu adam ona sanki zihninin içinde konuşuyormuş gibi davranıyordu. Sesi otoriter fakat aynı şekilde bir o kadar da nazikti. Bir kafası olmadığı halde Luliq onun nasıl konuştuğunu merak etse de sesini çıkartmadı.
"Kimsin sen?" Luna'yı uyandırmak istemeyen bir fısıldamayla önündeki kara gölge gibi dikilen cüsseye seslendi. Onun bir insan mı ya da başka bir şey mi olduğunu bile anlamlandıramamıştı. İnsanı andıran elleri olması gerektiği yerdeydi, pantolona ve cekete benzer bir şey giyiyordu ancak kıyafetleri bir pelerin gibi üzerinde duruyordu. Luliq arkadan gün ışığı hafifçe vurduğunda içinin transparan olduğunu seçebilmişti. İçinde sanki siyah bir sis bulutu harici bir şey olmayan kabuğa bakıyordu.
"Bir dost," dedi varlık, zihninin derinliklerinde yankılanan sesiyle. Bu tek kelime, hem bir sıcaklık hem de tüyler ürpertici bir mesafe barındırıyordu. "Ama aynı zamanda bir uyarıyım. Seni korumak için buradayım... ya da seni yok etmek için."
Luliq'in içini ani bir ürperti kapladı, ama korkusunu belli etmemeye çalıştı. "Bu ne anlama geliyor?" diye sordu, sesi biraz daha yüksek ama hâlâ Luna'yı uyandırmamaya dikkat ederek.
Varlık bir adım daha yaklaştı. Gölgelerden yapılmış gibi görünen bedeni hareket ettikçe odadaki ışık bile kıpırdanıyor, varlığın kendisiyle birlikte dans ediyor gibiydi. "Gücün... tehlikeli. Seni kullanan bir araç olabilir, ya da bu dünyayı değiştiren biri. Ama ikisinin arasında bir yerde kaybolursan, seni hiçbir şey kurtaramaz."
Luliq kaşlarını çattı. "Güç mü? Ne gücü? O yaratıkları çağırmamı mı kastediyorsun ya da... seni?"
Varlık kısa bir sessizlik içinde durdu. Ardından, ellerini yanlarına doğru açtı ve gövdesinin içindeki siyah sis bulutları kıvrılarak hareket etmeye başladı. "Bunu zaten biliyorsun," dedi, sesi şimdi daha derin ve yankılıydı. "Sana verileni kullanmayı öğren, yoksa bu güç seni ele geçirecek. Ben sadece seni izlemekle görevlendirilen bir gölgeyim, ama seni bizim haricimizde izleyen başka şeyler de var. Daha tehlikeli şeyler."
Luliq geri bir adım attı, kafası karışmış ve rahatsız olmuştu. "Neden beni seçtiler? Beni neden bırakmıyorsunuz? Anne ve babam..."
Varlık sessiz bir kahkaha gibi görünen bir hareket yaptı, ama ses çıkmadı. "Seçim mi? Bu senin kaderin. Ama unutma, Luliq... Kader bir zincirdir. Onu kırmayı başarabilenler, kendi yollarını çizenlerdir."
Gölgeler dalgalandı, odadaki tüm ışığı yutmuş gibi bir anlığına her şey tamamen karardı. Luliq birkaç saniye ne bir şey görebildi, ne de bir şey hissedebildi. Ama sonra bir anda odadaki her şey normale döndü. Varlık gitmişti.
Ama Luliq, zihninde yankılanan son bir cümleyi duydu:
"_Kalardor senin içinde... ama seni yok etmek için değil. Onun varlığı, seni seçenlerin seni hayatta tutma yöntemidir._"
Sıcak havanın yarattığı bunaltıcılığına ve ağustos böceklerinin ötmeleriyle kaplı dışarıdan gelen sesine rağmen odanın içi sanki hala bir kış sarayı kadar serindi. Derin ve katmanlı bir kabustan uyanmış gibi hisseden çocuk soğuk soğuk terlediğinde aniden kapı yavaşça aralanarak açıldı. İrkilerek yerinden geriye doğru gittiğinde Luna'yı farkına varmadan sarsmıştı. Homurdanan kız sadece ani bir duraksamadan sonra daha güçlü bir şekilde horlayarak uykusuna devam etti. Fakat dikkatini kapıya verdiğinde Mary elinde bir tas su ve birkaç bez ile içeri girmişti. Bakıştılar.
Ona daha fazla dikkat etmeden, Mary kafasına her zaman taktığı hizmetçilere özgü şapkayı çıkartarak kapının yanı girişinde duran komodinin üstüne koydu ve sanki odada bir bale salonunda valtz ediyormuş gibi süzülerek narince perdeyi açtı. Tavırlarından Luliq onunla konuşmak istemediğini ve ona kızgın olduğunu anlamıştı. Luna'ya baktı. Karşısındaki oğlanın elini sıkı sıkıya tuttuğunu gördüğünde sadece iç çekti.
"İçeriden... sesler duydum. Bir kontrol etmek için geldim." Sanki zamanın durduğu bir anda hapis kaldığını hissettiği o varlıkla olan konuşmasını nasıl duymuş olabilirdi ki? Yoksa her şeyi hafızasında mı hayal etmişti? "Belki de uyanmadan önce uykusunda bir çığlık atmışımdır" diye düşündü. Fakat böyle bir şeyin olabileceğine ihtimal vermediği için sadece başını salladı.
Kafasını duyduğu seslere rağmen bile kaldırmayan Luna homurdanarak ağzından akan salyayı yatağın örtüsüne akıtmıştı. Luliq her ne kadar iğrense de bunu Mary'nin önünde belli etmedi ve sadece kızın şapşal suratına baktı.
"Seni tüm gece bekledi." Yatağın yanına sessizce gelen Mary kızın dağınık ve kirli saçlarını onu uyandırmamaya dikkat ederek okşadı. Luna sanki ömrü boyunca hiç mutlu olmamış gibi yüzüne kondurduğu huzurlu bir tebessümle yerinde hafifçe hareket etti. O kadar rahatsız bir pozisyonda , bunca sese ve güneşin doğrudan yüzüne vuran ışığına rağmen hala nasıl uyuyabildiğini anlamlandıramayıp nefes altından güldü.
Kolundaki kanlı sargıyı değiştirmeye başladı. "Tuhaf." Sargıyı yavaş yavaş açarken sesindeki değişiklikten dolayı ne olduğunu anlamayan Luliq tombul koluna bakmak için kafasını istemeden de olsa sargıya çevirdi. Kolunda büyük bir boşluk vardı fakat kanamıyordu.
"Bu nasıl mümkün olabilir!? Kanama durmuş." Şaşkınlığını daha fazla gizleyemeyen Mary bir koluna bir çocuğa baktı. Luna'da ani hareketlerinden dolayı sonunda uyanmıştı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken esnediği sırada Luliq'in kalktığını gördü ve herkes bir ağızdan konuşmaya başlayınca sesler karışmıştı.
"Oh, Eldwin! Hayattasın! Dualarım kabul oldu..." İkinci defa aynı kelimeleri duymuştu fakat bu sefer karşısında konuşan büyük bir heyecanla ona sesleniyordu. Luna elini tuttuğunu görünce aniden elini çekti ve cebine gizledi. Bakışlarını kaçınarak kafasını kapıya çevirdi. Fakat Mary'nin araya girip bir şeyler demesiyle ikilinin dikkati ona kaydı.
"Çok hızlı bir metabolizman olmalı... ya da sana dair bilmediğimiz bir şeyler var." Kendi kendine mırıldanırken saçının önüne düşen ve sinirini bozan örgüsünü de arkaya attı. "Herhangi bir acı hissediyor musun?"
Kolunu oynatmaya çalıştığında hareket ettiremeyen çocuk sanki kolundaki boşluktan içeriye hava giriyormuş gibi içini büyük bir ürperti kapladı. Olması gereken derinin olmadığı yerde büyük ve şişko kolu kemiğine kadar misketin gelmesini engellemişti. İlk defa bu kadar kilolu olmasının bir işe yaradığını düşündü. Kaşlarını çatıp yüzüne bakan Mary, sanki çabalamamış gibi kolunu tekrar hareket ettirmesini anlamsızca sinirlenerek belirtti. Şaşkınlığını atlatıp kolunun orasına burasına dokunmayı bıraktığında cevap vermediğini görünce çocuğa bakıp "Ee?" diye sordu.
"Kolumun olduğu yerde sanki binlerce karınca dolanıyor. Hareket ettiremiyorum." Kolunun olduğu yere bakmaya bile çekiniyordu, gece boyunca yeterince parçalanan ve sallanan et görmüştü. Daha fazlasını gördüğünde hissizleşeceğini düşünse de nedense kendi başına gelince tekrar büyük bir iğrenti duymaya başladı. Sadece, kolunun ampute edilmesine gerek kalacak kadar zarar görmemesine sevinebilmişti. Ancak yaranın derinliğinden kolunu tekrar kullanıp kullanamayacağı konusunda kararsızdı.
"Sence tekrar... kolumu hareket ettirebilecek miyim?" Luliq istemsizce cevabını duymayı istemediği soruyu sordu. Hem endişeli hem de hüzünlüydü.
"Bilmiyorum, yaran çok büyük fakat kanamıyor bu da yaranın kapanma ihtimali olduğuna işaret. Misket mermisiyle vurulan bir kişi genelde enfeksiyona bağlı olarak ölür ya da kanaması durmadığı için. İyi olacaksın, enfeksiyona dair hiçbir belirtin yok ve hayattasın. Tek önemli olan şey bu." Mary sorduğu soruya cevap vermemişti. Çünkü gerçekten de kolunu kaldıramadığını o da anlamıştı. Kolu ve omzunu bağlayan damarlar kopmuş gibi görünüyordu ancak kanama durduğu için damarlar öylece havada asılı duruyordu. Böyle bir şey imkansızdı fakat Mary Luna'nın gece boyunca elini tuttuğunu gördüğünde biraz da olsa kanamanın durmasına ihtimal verdi. Ancak yine de imkansız olan bir şey gerçekleşmişti. Çocuğa dair tuhaf bir şeyler vardı.
Luliq kendine kendine hala kullanabildiği kuvvetli eliyle yatakta doğruldu. Ağırlığından saman yataktaki hışırtılar odada yayılsa da doğrulması biraz daha zamanını almıştı. İki elini kullanamaması canını sıkıyordu ya da bir daha asla sol elini kullanamayacağı düşüncesi. Fakat Luna'nın hayatta kaldığını görünce yüzüne bir tebessüm kondurdu.
"Eğer benim ahmakça planım yüzünden sen ya da kardeşime bir şey olsaydı asla kendimi affetmezdim." Gece önlerine aniden atlayıp tüfeği ateşlediğinde yakın mesafede olduklarından daha önce hiç kullanmadığı büyüklükte bir misket tüfeğini başarıyla sıkabilmişti. Her türlü yaptığı şeye bir mantık uydurmaya çalıştığını anımsadı. Mary'i ya da Luna'yı dinlemeyip kendi başına buyruk hareket etmesinin cezasını böyle ödediği için kendi kendini avuttu. Zihnine akmaya başlayan hatalarından ve hovarda planından dolayı sadece aptallığının cezasını çektiği düşüncesini ve tereddütlerini zihninin gerisine itmeye çalışsa da başaramadı ve iç çekti. Gözünde son canlanan tüfekten saçılan barut kokusu ve karşısındaki adamın yere yığılışı ise yüzüne, içini ürperten ve boş boş Mary'e bakmasına sebep olan bir ifade kondurdu.
"Vur... vurduğum adam öldü mü?" Daha önce hayatında hiç bu kadar zor bir soruyu sormamış gibi hissetti. Kolunu hareket ettiremeyeceği düşüncesinden bile daha ağır bir şekilde yutkundu. Cevabı iki seçenekli olan bu soruyu Mary niye sorduğunu ve her şeyi anlamış gibi sadece başını okşayarak sessizlikle cevapladı. Elindeki bezle kolun etrafını çocuğun yaranın son ve boş halini görmesine engel olması için sarmaladı.
"Öldü." Ancak onu anında derin düşüncelerine dalmadan hemen yüzünü gülümser bir şekilde Luna'ya döndü.
"Fakat, sayende Luna ve Karin güvende. Önemli olan da bu." Her iki çocuğun da başını okşadı. Luliq bayıldıktan sonra olanları anlatmaya başladı ve bir sandalye çekerek oturdu.
"Son silah sesinin patlaması etrafta bir hayli yankılandı. Normalde misket tüfekleri bu kadar kuvvetle patlamaz. Etrafta çıkışa yönelen insanlar bir anda duraklayıp tekrar etrafa kaçınmaya başladılar. Bizim grubumuz neredeyse birbirinden ayrı kopacaktı..." Fakat haydutların peşinden gidenler ise geldiğinde Mary ve çocukları Luliq'in etrafında toplandığını görünce son haydutla çatışan çocuğun yerde olduğunu görünce kanamasına yardım etmek için ne var ne yoksa yanlarında çıkartmışlar. Luliq daha önceden hiç tanımadığı insanların ona yardım etmeye kalkışmasına anlam veremediğini belirterek sordu. "Beni tanımıyorlar bile ve etrafta da onlarca yaralı vardı. Neden bana bu kadar özenle yardım etmeye çalıştılar?" Mary bir kaşını kaldırarak ona baktı. Çocuğun sorusunda ciddi olduğunu anlayınca başını öne eğerek güldü.
"Zorda olan birisine yardım etmek için herhangi bir sebebe ihtiyacın yoktur, Eldwin. Sadece... yardım edersin." Luliq sanki ayıp bir şeyi sormuş gibi utanarak başıyla onayladı. Bazıları çocuğun hayatta kalmayacağını ima ederek diğerlerine yardım etmeye başlamış. Ve en nihayetinde Mary ve çocuklar haricinde birkaç kocakarıdan başkası kalmamış. Etraftaki yaralıları da garnizon binasına taşımaya başlamışlar.
"Mary ve biz senden vazgeçmeyerek kanamayı durdurmak için elimizde kalan son şifalı bitkileri de kullandık. Eğer tuhaf birkaç koku alıyorsan büyük ihtimal sürdüğümüz kantarondandır. Ah pelerinin de fırlatıp attık yani kokan şey o değil." Gerçekten de inanılmaz bir kötü koku kolundan yayılıyordu, bir çeşit katrana benzeyen bu kokuyu tarif etmekte zorlanan çocuk kolunun karıncalı hissetmesine sebep olan şeyin büyük ihtimal o olduğunu söylediğinde Mary'i başıyla onayladı.
Herkes hala garnizonun gelmesini beklerken Luna olan biteni tüm gruba anlatmış fakat onları dinleyen civardaki birkaç kişi ilk önce çocuğa kendilerini kurtardığı için cesaretlerinden dolayı teşekkür etse de sonra aralarından bazıları Luna ve Luliq yüzünden yakınlarını kaybettiğini haykırınca aralarına katılanların artmasıyla onlara saldırmak istemiş. Tüm grubu korumaya çalışırken garnizon binasına geri çekilen Mary, George ve Arthur'un bu sefer gerçekten de garnizonun birkaç dakika sonra buraya doğru geldiğini yukarı kattan bağırınca öfkeli kalabalığın dağılmasına şahit olmuş. "Tüm bunlar olurken Mary hala yaralarımı gözetmeye çalışıp açık damarları kapatmaya çalışıyormuş..." Mary'e karşı, hayır hepsine karşı fikri değişen Luliq hepsine bir özür borçlu olduğunun farkındaydı.
"Ben kimseyi öldürmek istemedim. Yemin ederim." Luna ayağa kalkıp kapıya doğru yöneldi. Bakıp dışarıda bekleyen var mi yok mu diye kontrol ettikten sonra tekrar yatağın başına gelip tabureye oturdu. Mary ise içeride sıkışıp kalan kötü tuhaf kokunun dışarı çıkması için yatağın yanı başındaki çıkış kapısını gösteren camı açtı. Düşünceli bir şekilde kalenin geniş kapısına baktığında Luliq aklından geçenleri bile okuyamıyordu. Yüzü asık değildi fakat dün gece uykusuz kaldığı belliydi, yıpranmış bir ifadeyle ağzını tekrar açtı.
"26. Dün gece haydutlarla savaşırken ölen insanların sayısı. Aralarından beşi kadın, üçü ise çocuk ya da senden birkaç yaş büyüktür. Dün gece hadsiz planın birçok insanın canından olmasına sebep oldu." Ellerini birleştirerek sesini yükseltmediği halde kelimelerinin ağırlığı altında ezilmiş gibi hisseden Luliq ona bakmayı bırakıp Luna'ya döndü. Kız da bir o kadar sarsılmış olmalıydı ki kolunu tutuyordu ve yere bakıyordu. O insanları tanımıyordu, hayatlarını bilmiyordu ancak hayatlarını elinden alan bir karara imza atmıştı. Kendisini ve kardeşini korumak için etrafındaki grubun güvenliğini düşünmüş fakat bir kralın ya da prensin aksine herkesin çıkarını göz etmeyi başaramamıştı. Belki de artık kral ya da prens olamayacak olması daha iyiydi? Düşünceleri dağılıp giderken kendisine artan suçluluk duygusu daha da kabardığında cevap vermesi için bekleyen Mary, bir şey demeyince, çantasını açıp içindekileri yatağa döktükten sonra devam etti.
"11 parça mücevher, yüzük, kolye, bilezik. Hepimizi gönül rahatlığıyla geçirip çıkartabilirdim." Sırtındaki dün gece çocukları taşımak için kullandığı ayrı bohçalardan birisini tekrar bağladı. Çantayı omzuna taktığında omuzlarını sanki çantayı düzeltirmiş gibi iki defa silkti. Bir anda çantanın alt bölmesinin içinden küçük bir cam tüp ortaya çıktı. Vücudunu hafif sola kaydırdığında küçük parlayan mücevherler hızlıca bohçaya aktı.
Daha sonra bohçayı yatağın üzerine yayarak gösterdi.
"108 parça, envaiçeşit mücevher. Aralarında çaldığın yakut islemeli saat için kullanılanları da var." Neyi anlattığını anlamamak için aptal olmak gerekiyor. Çantadakiler ya sahte ya da şaşırtma için gösterişti. Mary de büyük bir kumar oynayarak çocukların bezleri araştırılmayacak diye düşünmüş ve ona göre hazırlanmıştı. Planı kendisinin planı kadar gözüne kusursuz göründü. Onun aldığı riske kıyasla daha güvenilirdi.
"Çantadakileri kullanacağını söylediğinde hiçbirimizin güvende olmayacağını düşündüm. Zorla alıkoysalar ne olacaktı biliyor musun? Seni hiçbirimiz koruyamazdık!" Luliq kendini savunmak için sesini yükselterek suçluluğunu ve bencilliği saklamaya çalışsa da aniden Mary yatağa eğilerek doğrudan gözlerinin içine baktığında duraklayarak lafını kesti.
"Sen... Bana hiç güvenmiyordun, en başından beri." Yüzündeki hayal kırıklığı ve öfke Luliq'e değil, kendine yönelmişti. Küçücük bir çocuğun bile güvenini kazanamadığı için başını yana çevirdi.
"O yüzden, dün gece ölenler hakkında ister üzül ister üzülme. Ama elinde onların kanı olduğunu da bilmeni istiyorum." Cebinden üzerinde kırmızı lekeler olan tahtadan bir askeri çıkartarak Luliq'in yanı başındaki masaya koydu. Tahta asker dik duramadı, üzeri çiğnendiği belliydi ve ağırlığının oturtulduğu ayaklarından bir tanesi kırıktı.
"Palayla üzerine saldırıldığında çocuğunu korumak için kendini siper eden babanın kanıyla kaplı bir oyuncak. Bu oyuncağı o çocuğa kendi ellerinle verebileceksen ver, yan odada." Oyuncağa titreyen elleriyle dokunan Luliq göz yaşlarına hakim olamadı. Babasının ona bayılmadan önceki son bakışı göz önünde canlandığında oyuncağı alıp göğsüne bastırdı. O çocuğu babasından mahrum bıraktığı için kendini affedemezdi, hem de kendi babasını ve annesini kurtarmaya çalışırken. Üzerindeki kanı, kurumasına rağmen dokunduğunda verdiği sıcaklıktan dolayı kolayca eline bulaşmıştı. Silah kısmına sıçrayan leke elinde sıkıca tuttuğu için artık tahtaya sızmıştı.
"Ve babasının ona niye öldüğünü anlat. Ancak üç yaşındaki bir çocuğun bunu anlayacağından emin değilim." Oyuncağı elinde sıkı sıkı tutup Mary ve Luna'dan bakışını kaçırdı. Luna bir şeyler diyecek gibi olsa da sesini çıkarmadı, sadece *Eldwin* demekle yetindi. En nihayetinde öne atılıp Mary'nin eteğine sarılan çocuğun hareketiyle Mary başını önünde tuttu.
This novel is published on a different platform. Support the original author by finding the official source.
"Ben- Ama ben sizi ve Karin'i korumak için yaptım ne yaptıysam. Özür dilerim... özür dilerim." Elini eteğinden hafifçe çekti. Yaptığının ağırlığı altında ezilen Luliq sadece hıçkırarak ağlamaya devam etti. Ömrü boyunca hiç kimseyi umursamamıştı. Fakat o çocuğun yaşadığı aklından geçtiğinde kendisine lanetle bağırdı. Hala yan odada hıçkırarak ağlayan çocuğu düşündüğünde vicdanı daha da parçalanmıştı. O çocuktan, o ailelerden özür dilemesinin imkânı yoktu. Ayrıca hem kendi eliyle birisini öldürmüş hem de onlarca kişinin ölmesine sebep olmuştu. Katildi ve daha da kötüsü bir çocuğun öksüz kalmasına sebep olmuştu. Hatta belki de onlarca çocuğun. Mary ona kızgın mıydı emin olamasa da yüzüne tekrar baktığında, hala ona bakmıyordu. Gözleri uzaklara dalmış, kaygı ve keder dolu bir çocuğu önünde göremeyecek kadar düşünceliydi. En sonunda cebinden hep kullandığı o mendili çıkarttı elini tutarak yüzünü sildi.
"Bilge bir kral, adam kayırmaz, değil mi? Bir kral için halkı, canından çok sevdiği ailesi kadar önemlidir... Eldwin. Bizim için hareket etmen hoş, fakat etrafındaki insanları da düşünmelisin." Dik durması için onu elinden tutup kaldırdı. Hala hıçkırıklarını tutamayan Luliq iri cüssesine rağmen çekiştirildiğinde sanki havada süzülen bir polenmiş gibi kolayca hareket etti. Yürüyüp yürümediğini test etmek için elini tutarak ona yardım etti. Kendisine gelmeye başlayan çocuk göz yaşlarını sildi. Bütün gece ömründe hiç ağlamadığı kadar ağlamıştı, daha önce hiç kimseye göstermediği ve insanların onun görmesini istemediği bir tarafını göstermişti. Ayağa kalkıp camın tahtasına dokunarak dik durdu kapıdan eşek, katır ve atlarıyla yük çekip çıkan insanları görmesini isteyen Mary onlara doğru başıyla işaret etti.
"Halk; yanılır, aldatılır, kinle doldurulur. Ama asla bir babanın oğlunu terk etmeyeceği gibi terk edilmez. Çünkü milleti, kral için her şeydir." Sözleri içinde pişmanlıktan doğan bir umut selini uyandırdı. Ona bir öğüt vermeye çalıştığı fakat rahatlamasını istemediği ise belliydi. Yaptıklarının sonucunu, anlamasını istiyordu hizmetçi genç kız. Şehirden çıkan insanları izlemeye başladığında Mary'nin neyi kastettiğini daha iyi kavradı. Dün gece tamamıyla bencilce kendisini ve Mary'nin etrafındakileri kurtarmak için attığı adımlar gün aşırı vakte kadar binlerce insanın hayatını ve mallarını da kurtarmıştı. Fakat bunun övünebileceği bir başarı olmadığının da bilincindeydi, elindeki at arabasına tekrar baktı. Kararlarını kendi bencil düşünceleri çerçevesinde almıştı. İstenen sonuçlar ise tamamıyla şans eseri gelişmişti.
Mary bir anda yüksek bir sesle sanki bir mareşalin tümenine emir vermesi gibi oda içerisinde ona bakmadan bağırdı. Bir anda yüksek sesinden dolayı irkilen Luliq ona yavaşça döndü.
"Ağlama! Yaptığın her şeyin, en nihayetinde sonuçları olacağını düşünmek zorundasın. Sonuçlarına katlanamayacağın adımı atmayacaksın. Anlaşıldı mı?" Başıyla onaylayan çocuk sesli bir şekilde burnunu çekerek ona baktı. Yüzünde bambaşka bir ifade olduğunu gören Mary gülümsedi ve düşündü. "İşte bir kralın yüzünde olması gereken o ciddiyeti ve sahip olması gereken yüreği şimdi gösteriyorsun. "
Luliq ileride alacağı kararların ve yürüdüğü yolun ne kadar dikenli olacağını düşündüğünde sadece camdan bakan insanlara göz attı. Şehirde hala silahlı çatışmalar duyuluyordu ve bazıları çıkıp giderken aniden gelen sesle çocuklarını koluna alıp hızlanmaya başlıyordu. Kağnılarını çekenler de vardı aralarında, yumruğunu sıktı ve bakışını eline çevirdi. Elinde artık hem ülkesinin hayatta kalmasını isteyip vergi veren, fakat aynı ülkenin istikrarsız durumdan dolayı yerinden olan suçsuz vatandaşların ve de gözünü kırpmadan bu insanları zorlayarak mallarına el koyacak günahkarların kanı bulunuyordu. Luliq onların cezalandırıcısı olmayı dileyerek o insanlara, ailesinin yaşattığı ıstıraba kıyasla şu anda elinden gelebilen tek yardım buydu. Sırtına binen yükün altında kim olsa ezilirdi fakat o dik duruşuyla gözlerinden son akan yaşları da sildi.
Dün gece anne ve babasını tahtından indirmek için, evlerinden oldukları için, ailelerini, yakınlarını kaybettikleri için ayaklanan bu insanlar kesinlikle haklıydı. Aynı şekilde ailesine yemek götürmek, kendi hayatlarını ve statülerini devam ettirmek için bu halka ateş açan askerler de haklıydı. Fakat haksız olan tek bir kişi varsa o da babası ve konseyiydi. Luliq babasının ve etrafındakilerin yanlış politikalarını sarayda bilen onlarca kişiden sadece birisiydi. Yaptıklarının, yanlış kararlarının sonuçları elbette olacaktı. Er ya da geç. Sadece... bu şekilde olayların patlak vermesini, hayatların kaybedilmesini istememişti.
"Hayatta kalacağım, Mary. Bu insanlara yemin ediyorum ki... ben her şeyi düzelteceğim." Başını dışarıdaki insanlardan ayırmadan lafını devam ettirdi.
"Yaptığımdan... pişman değilim. Senin de dediğin gibi bir kral, aldığı karar ne olursa olsun haklı olduğunu düşünüyorsa pozisyonunu korumalı. Bak." Artık bir daha ağlamayacağına yemin ederek bir gecede tamamıyla değişen bir çocuk olduğunu kabullenemeden edemedi ve yüzüne hüzünlü bir tebessüm yerleştirdi. Mary, söylediği her şeyde haklıydı. Mağduru oynayamayacak bir konumdaydı, o dışarıdaki insanlardan farklı olmak zorundaydı. Bunun bilincinde, küçük başarımıyla gönülsüzce övündü.
"Bir kralın halkına borçlu olduğu tek şey adalettir," diye düşündü Luliq. Yaptığı hataların bedelini ödemek için daha çok çalışacağına yemin etti.
Havalandırılması için asılan pelerini eline aldı. Luna attığını söylemişti fakat onu sadece astıkları için memnundu üzerindeki koku biraz da olsa sinmişti. Daha önceden hiç kıyafetlerinin temizliğini düşünmek zorunda kalmadığı için kokusunun hala üzerinde tütmesinden hoşnut olmasa da üzerine taktı. Gün ağardığında pelerindeki kuruyan kızıl renkler daha da ortaya çıkmıştı. Luna aralarındaki konuşmayı anlamamış bir halde ikisini sessizce dinlemişti. Onu hala Eldwin olarak biliyordu fakat artık önemli birisi olduğunu da anlamıştı. Mary onun da geçmişini bildiği halde ona bu şekilde hiç konuşmamıştı. Fakat bir anda Luliq ona bakıp konuşunca irkilerek dalgın düşüncelerden kendine geldi.
"Anne ve babamı kurtarmak için Lort Joanuquin'e gitmem gerekiyor.. Daha fazla bekleyecek vaktim yok. Luna, Karin'i almam lazım." Kendisine bön bön bakan kızın bir şey demek yerine Mary'e baktığını görünce o da başını kaldırıp hizmetçiye döndü. Kadının kızıl kaşları çatıktı.
"Joanuquin mi? Onunla ne bağlantın var Luliq?" Verdiği cevabı beklemeyen Luliq tam konuşacaktı ki bir düşündü. Gerçekten onunla ne bağlantısı vardı? Aklına hiçbir şey gelmiyordu. Babası ona gitmesini söylemişti, ama neden?
"O...bilmiyorum. Babam şehir dışındaki kervanla birlikte ona gideceğini söylemişti." Önceden uydurduğu hikayeden dışarı çıkmamaya özen göstererek odada başkasının olduğu bilinciyle rolüne devam etti.
"Ona gidemezsin Luliq! Mary, oradan daha yeni kaçtık! durdur o-" Kıza elini kaldırıp susmasını işaret etti. Hala aralarında abla kardeş gibi ya da bir ast üst gibi ilişki olup olmadığını anlamayan Luliq kızın aniden bıçak kesmesi gibi susması nedense onu da susturmuştu.
*Oradan yeni kaçtık mı? O neyi kastediyor?* Luliq bir anda aklında onlarca şey canlansa da hırsızlık için soygun yaptıkları ve şu anda arandıkları olabileceği aklına geldi ve sadece göz yumarak omuz silkti.
"Babanın... ona neden gittiğini bilmiyorum Luliq ancak umarım ne yaptığını biliyorsundur." Mary, Luna'ya döndü. "Karin'i getir kızım." Daha fazla bir şeyler söylemesini istemediği kızı kovarmışçasına gönderdiği belliydi. Başıyla sessizce onaylayan kız odadan çıktı.
"Onu tanımıyorum. Amcamla alakası olan birisi değil, tanırdım. O kim?" Odadan çıkan Luna'nın ardından meraklı gözlerle kadına sordu. Mary derin bir nefes aldı ve bir süre tuttuktan sonra verdi.
"Pek tekin olmayan birisi. Özellikle Kralı canının son damlasına kadar sevmeyen birisi diyebilirim. Çünkü baban onu vaktiyle topraklarından edip küçük bir derebeyine düşürdü. Çoğu ayaklanmacıyı kendi kalesinden gönderenlerdendir, deseler inanırım." Verdiği cevabı tartan Luliq babasının neden gerçekten de ona gitmesini istediğini anlamlandıramadı. Belki de aslında büyük bir planın parçasıdır diye düşündü.
"Ve..." Düşünceli bir şekilde aklındakini söylese mi söylemese mi bilemeyen Mary en nihayetinde ona söylemeye karar verdi.
"O benim ömrümde asla karşılaşmayı istemediğim tek kişiydi." Aniden düşüncelerinden çıktı ve Luliq'e döndü. Fakat çocuk üzerine yarım yamalak oturttuğu pelerini bağlamayı bitirememişti, ona yardım etti.
"Yollarımız burada ayrılıyor, o zaman." Luliq'in sesinde bir çekimserlik ve hüzün vardı. Her ne kadar onlarla iki üç saat kadar vakit geçirse de onlara...bağlanmış hissediyordu. Sarayda gördüğü çoğu insanın sahte yüzüne rağmen birkaç sokak çocuğunda gerçek duyguları görmüş ve sıcaklıklarını fark etmişti, birbirlerine nasıl güvendiklerini anlamıştı. Onlara güvenebilir miydi emin değildi ancak dün olanlardan sonra hala aralarına kabul edileceğinden de emin değildi. "Hem onlar benim gerçek kimliğimi bile bilmiyor..." Kimliğini öğrendiğinde saraydakiler gibi sahte tavırlara takınıp ona da yapmacık şekilde davranacaklardı. Onlarla bunca olumsuz durumun içinde mutlu anılarla ayrılmayı tercih ederdi.
Kapının önüne geldiğinde, yaralı olmayan kolunu kaldırdı. Kapıyı açmaya çalışırken aniden bastıran ağrı yüzünden kolunu tutmak için diğer elini hareket ettirmeye çalışsa da sadece ağrıyı hissetmekle yetindi. Diğer elinde bir şey olmadığı halde yorgunluktan dolayı karıncalandığı için rahatsız hissettiriyordu. Neredeyse hiç gücü olmadığının farkına vardı. Elinin tekini kullanmak zorunda kaldığı ve kendisini kurtaramayacağı bir durumla karşılaşmamak için dua ederek kapıyı açacaktı ki Mary arkadan gelip kapıyı onun yerine açtı. İçten içe onu durdurmasını istese de Luliq kapıyı açıp önünden çekilerek kapıya yaslanmakla yetindi.
"Bana güvenmeye hiç niyetin yok. Gitmek istiyorsan gidebilirsin, Luna!" Luna kapının hemen girişinde oturmuş onları dinliyordu fakat aniden kapı açılıp kendisine bağrıldığında ayağa kalkarak üstünü düzeltti. Bir kaşını kaldıran Mary sadece iç çekti. Luliq ne kadar duyduğunu merak etse de kızın ona farklı bakışından, o her zaman görmeye alıştığı saygılı bakıştan attığında çoğu şeyi duyduğunu varsaydı. Karin'i elindeki yaptığı püre ile besliyordu. Uyanmış ve sessizce yemek yiyordu, kendisinin aksine onun dizi tamamıyla iyileşmiş ve üstünde yara bile kalmamıştı. Kardeşini büyük bir hüzünle izledi. Onun beslenmesi gerekiyordu, fakat normal yemek mi yoksa süt mü emmesi gerekiyordu Luliq bilmiyordu bile. Mary'nin kendisinden daha iyi bileceğini ve onlarla bırakırsa daha güvende olacağını biliyordu. Fakat... onun da söylediği gibi kardeşini onlara bırakacak kadar güvenmiyordu.
"Karin yemek yedikten sonra gidebilirim. Onu bekleyeceğim." Mary belki de karşı çıkar bir şeyler söyler diye beklemeye başlayan Luliq onun yüzüne arada bir bakış atarak Luna'yı izledi. Mary kendisine Karin'i vermesini söyleyerek küçük çocuğun ağzının yanından akan salyayı silen kıza elini uzattı. Fakat sessizliği hala kimse bozmuyordu. Dışarıda kumların üstüne serilmiş taş yolda giden kağnıların çektiği at arabalarından gelen tahta seslerin ve insanların hafif konuşmalarının içeride yankılanması haricinde başka bir ses yoktu.
"Bu sefer bir planın varsa işe yarayacağından emin olduğum için seni dinleyebilirim, Mary. Gerçekten." Hayatını onlara borçlu olduğunu bilen çocuk dün gece onu bırakıp gidebileceklerini düşündü. Yapmamışlardı. Mary'nin her hareketini düşündüğünde ona karşı bir tane bile harekete kalkışmadığını anlıyordu, aksine onu kolluyordu. Fakat istemsizce içindeki şüpheyi de dindiremedi. *Kraliyet ailesinden olduğum için mi yardım ediyor?* Bu düşüncesine rağmen şu anda, buradaki altı çocuk ve Mary'den başka müttefikinin olmadığını da bildiği için bir cevap beklediği kadının hala sessizce bir şey demeyip onu umursamaması içini burkmuştu. Beklediği cevap bu değil miydi?
"Vallahi sizi dinlemiyordum Mary. Karin'i alıp geldiğimde içeride konuşmanızı bölmek istemedim o yüzden oturdum buraya." Luna ise kendisine kızgın olduğundan dolayı bu sessiz tavrına büründüğünü düşünmüş ve sessizliği bozup lafa girmişti. Ona sadece bir bakış atmakla yetinen Mary, Luliq'e bakmadan Karin'in ağzını sildikten sonra püreyi uzun holdeki komodinin yanına koydu. Sessizliğin üçünü de boğmasından sıkılan Luliq en sonunda kendini kontrol edemeyip Mary'nin önüne geçerek konuştu. Bu sefer direkt görüş alanındaydı, onu umursamamazlık edemezdi.
"Tamam, haklısın özür dilerim. Dün gece yapmak istediğimi sana da anlatmalıydım. Güvenmediğim için hala soğuk davranıyorsun. Biliyorum. Şu andan itibaren planın neyse sonuna kadar dinleyeceğim, söz." Mary, arka çantasından bir bez çıkartıp, Karin'in altını değiştirmeye başladı. İşini bitirdikten sonra Luna'ya gülümseyerek döndü.
"Seninle de sonra konuşacağız, tatlım. Kardeşlerinin hayatını tehlikeye atmak neymiş göstereceğim sana." Sözleri ağır bir tehdit tonuyla kaplı olsa da niyeyse arkasında hiçbir tehdit içermiyordu. Daha çok sitem duyduğu belliydi. Ancak Luna'yı savunmak için Luliq öne atılsa da kız onun önüne geçmesine aldırmadan arkasından lafa girdi.
"Eldwin sayesinde aylardır çalmakla uğraştığımız şeyler hala bizde. Franklyn başına uzun bir süre bela olamayacak..."
"Bana ondan önümde bahsetme demedim mi sana." Mary tüm sakinliğini kaybederek burnundan soludu ve şişman vücudunun kapattığı kıza gözlerini dikmek için baksa da Luliq'ten onu göremedi.. Luna böyle davrandığını fark ettiğinde bir anda susarak olayın ciddiyetini anlamış gibi davrandı ve başını eğdi. Tüm mücevherleri çaldığını itiraf ettiklerini duymayı tuhaf bulsa da Luliq sadece kısa bir şekilde omzunun üstünden arkaya baktı ve tekrar Karin'i avutmaya çalışan Mary'e döndü. Bunları nereden veya kimden bulup kaçırmışlardı bilmesinin imkanı yoktu. Ülkede hiç çalıntı mücevherlere dair bir şey duymamıştı. Ayrıca, ismini duymanın bile onu bu kadar sinirlendirdiği Franklyn'in kim olduğunu merak etse de sormaktan vazgeçti. Mary ile ters düşmek şu anda en son istediği şeydi.
"Hayatta olmanız, birkaç tane aristokratın bu değersiz mücevherlere ödeyeceği yüzbinlerce altın pesodan daha önemli. Franklyn’in aksine ben hepinizi önemsiyorum." Kirli bezi Luliq'in üzerine doğru fırlattı. Üzerine sıçrayan dışkıdan dolayı iğrenen Luliq bezi inanılmaz bir hızla yere doğru fırlatmaya çalışırken Luna'ya doğru fırlattı. "Iyy!" diye bağıran kız en sonunda bezi yere attı ve küfretti.
"Hayatımızı tehlikeye atan ve onlarca kişinin ölmesine sebep olan bu mankafayı bile önemsiyorum. Ayrıca biz bir şeyi çalmadık." Luna'ya keskin bir bakış attıktan sonra sakinleşerek son bir nefes aldı. Sessiz protestosunu bir süre bekledikten sonra sonunda bozmaya karar verdi. "Yaptığının yanlış olduğunu fark etmesi en azından ilk adım. O yüzden, şimdilik sadece tek bir şey söyleyeceğim, Eldwin. Kulaklarını açsan iyi edersin." Dışarıdan at arabalarının tıkırtılarının gürültüsü eşliğinde bu sıcak sabahta odanın girişinden dinleyen diğer çocuklara aldırış etmeden apaçık bir şekilde konuştu.
"Dışarıda, bizim haricimizde sana yardım etmeyi isteyecek kimsen yok. Joanuquin'i ya da başkasını unut. Eğer Karin'i alıp tek başına ona gidersen seni kendi eliyle seve sever boğar, eminim." Anne ve babasının karavanla şehir dışında Joanuquin'de buluşacaklarının yalanını tekrar söyleyebilirdi. Ancak Mary'nin anlattıkları da aklında iyice yer edinmişti, ona gitmeliydi ama neden? Babası neden ona gitmesini istemişti? Mary hala üstü kapalı bir şekilde onu uyarmaya devam etti.
*Açıkçası ben de kimden yardım isteyeceğimi bilmiyorum. Joanuquin'e gitmek istemiyorum, onun kim olduğunu bile bilmiyorum baba!* Narabat ve çevresinde hala güvenebileceği birileri var mıydı? Teker teker düşünmeye başladı. Maliyedeki Bay Crooks, adalardaki kömür madenlerinin yönetimini kaybettiğinden beri kraliyet ailesine kızgındı. Bu ayaklanmada parmağı olanlardan biri olabileceğini düşünerek onu kafasından eledi. Veliaht yetiştirmek için öğretmen olarak atanan ve Kutsal Estafarya'dan geldiği söylenen Başpiskopos, zaten bir Estafarya ajanı olduğu için onu hiçbir zaman öğretmeni olarak görmemişti. Kendisine büyünün kötü öğretilerini ve saray dedikodularını anlatması için kırk takla atıp durmuştu.
Amiral Benrin ve Mareşal Karmen kesinlikle amcasının destekçisiydi. Aylardır onların konuşmalarını ve buluşmalarını araştırmış, takip ettirmiş ve kayıtlarını tutmuştu. Tutanak halinde babasına vermesine yakın bir süre kala, amcası ve yaptıklarını incelediğini fark ettiğinde, büyük bir etki yaratamadan sözlerini çocuk oyunu diye kraliyet maiyetinde onu aşağılamıştı. Başyaver Bay Linkers ve 4. Kolordu komutanı Stemaren, görevinden çok yakın bir zaman önce, amcasının damadının desteklediği bir komplo uydurmasıyla hapishaneye atılmıştı. Büyük ihtimalle bu ayaklanma sonrası idam edilecekler listesindeydiler. Onlara ulaşmasının imkanı, tıpkı şu anda anne ve babasını kendi başına kurtarması kadar imkansızdı. Hem onların hangi askeri hapishanede olduklarını da bilmiyordu.
Aklından yüzlerce isim geçti; kendisine yardım eden mistik sesin konuşmayı tercih ettiği soytarı ve rahibe de dahil herkesi düşündü. Fakat kimseyi güvenecek ve kendi tarafına çekecek kadar kendisini nüfuzlu kabul etmiyordu. Ama Kral Alzar'ın destekçileri ya ülke sınırında düşmanlar için ilk ezilecek baronlardı ya da önceki üç yıl savaşının ve hala ön hatların askerlerini eğiten generallerdi. Çoğu başkentten uzaktaydı ve onun ön hatlara ulaşması haftalarını, baronların, kalan destekçi lordların ya da belli başlı tüccar asillerinin ordu göndermesi ise ayları alabilirdi. Anne ve babasının ne kadar süreleri kaldığından ise emin değildi...
"Ben bilmiyorum ama bir yolunu bulurum." Yenilgiyi kabul ederek bir şeyler önermesini bekledi. Bu kadar kararlılıkla ona gitmemesini söyleyerek karşı geldiğine göre aklında bir şeyler olmalıydı değil mi? Luna'ya diğer çocukların saklandığı yerden çıkıp içeri gelmeleri için seslenmesini istedi. Karin'i tekrar geri geldiğinde ona verdi.
Herkes toplanmaya başladığında, George ve Arthur ilk gelenlerden oldukları için, daha diğerleri gelmeden önce küçük bir soru yağmuruna tuttular. Nasıl olduğunu merak ettiklerinden Luliq kolunu gizleyerek bir şey olmadığını söyledi. Fakat o baygınken tüm çocukların yarasını görüp görmediğini ise bilmiyordu. Çocuklar sadece başlarıyla onayladıktan sonra Arthur sırtına bir yumruk çaktı ve Mary'nin çağırmasıyla içeri geçerken hizmetçinin yanında yürüdü. Küçük odada yedi kişi vardı ve herkes Mary'e bakıyordu.
"Arthur neden öne çıkıp bize yeteneğini göstermiyorsun?" Elindeki bronz tabağı göstererek acele etmesini istedi. Hepsi hep bir ağızdan panikle Mary'e seslerini yükseltti. Aralarından en çok sesi çıkan Luna olduğu için Arthur tam onun dediğini yapacakken elinden ince işlemeli tabağı aldı.
"Mary! Aramızda bir yabancı var. Ona hala güvenemeyiz." Mary gözlerini devirerek baş parmağıyla arkasındaki Luliq'i işaret etti.
"İnan bana o sersem sizin ona güvenemeyeceğinizden bile daha fazla güvenmiyordur." Ve sonra gülerek Luna'nın elinden tabağı kaptı.
"Geceden sabaha kadar elini tutup hayatta kalması için dua eden ben değildim. Ayrıca kimsenin onaylamayacağı bir plana uyan kişi de." Luna itiraz edecek gibi olsa da bir şey diyemeden sadece yatağın üzerine bıraktığı Karin'i tekrar aldı ve ilgilenmeye devam etti. "Öne çıkıp yeteneğini sergile Arthur." Bu sefer rica etmek yerine emir vermişti.
"Luna haklı. Dün geceden bu yana tavırları değişse de ona güvenebileceğimize emin değilim." George da onu onayladı. Diğer çocuklar da yavaş yavaş Arthur'un arkasına geçince Mary herkesi dinledikten sonra susmaları için elini kaldırdı. Bir kralın emir buyurması gibi hepsi bir anda sustu. Hizmetçi kız tekrar Luliq'e döndü.
"Şu küçük hergeleleri görüyor musun? Bir taneniz kafasına göre davranıyor ve tüm suçlu ben oluyorum. Peki öyleyse ona güvenmeniz için bir sebep vereceğim. Ancak önce kim olduğunu tanıtmamız lazım değil mi, Eldwin?" İsminin üzerine bastırarak kimliğini ortaya çıkartacağını belli ettiğinde bunu onaylamadığını söyleyerek yüzünde gergin bir ifadeyle başını salladı. Uzun saçları yüzüne geldiğinde tekrar arkaya attı fakat korktuğunu saklayamıyordu.
"Bunu yapma Mary." Etrafına bakındı. Herkes susmuştu çünkü önlerindeki kişinin kimliği şu ana kadar gerçekten de hepsi için bir gizemdi. Aniden Gregory yurdu terk ettiğinde belirmişti hepsi onun kim olduğunu öğrenmek istiyordu. Aralarından, Arthur'un büyü gücünün olduğunu öğrenmişti fakat hala kim olduğunu bilmedikleri için kimliğinin ortaya çıkmaması gerekiyordu, aklında her türlü tehlike çanları çalarken gözü George'un kabzasına ilişti. Hızlıca farkında olmayan çocuğun kabzasından kılıcı çekti ve George daha tepki veremeden paslı süngüyü tutarak hepsinden uzaklaştı ve odadakilere doğrulttu. Luna şaşkın gözlerle ne olduğunu anlayamamış ve dona kalmıştı. Odadaki tüm hava bir anda değişmişti.
"Eld-Eldwin?" Cılız çıkan sesini duymazdan gelerek başını Mary'e çevirdi. Öne doğru gittiğinde Mary ve Arthur yana doğru çekildiler. Hepsine dikkatli bir şekilde bakıyordu. Tüm çocuklar sinirle onu izlese de bir şey diyemedikleri için sadece bakakalmışlardı.
“Yaklaşmayın! Mary, sakın kim olduğumu söyleme!” diye bağırdı Luliq, paslı süngüyü elinde tutarken sesi titriyordu. Kendi kelimelerinin ağırlığını hissediyordu ama elindeki silahın ona güç değil, çaresizlik verdiğinin farkındaydı. Luna’nın yüzündeki şaşkınlık yerini korkuya bırakmıştı. Oda bir anda sessizleşti. Mary bir adım geri çekilip, soğukkanlı bir şekilde ona baktı.
“Bu yaptığın, kimseye güven kazandırmaz,” dedi Mary, sesinde ne bir öfke ne de alay vardı. Sadece bir uyarı. “Eğer onlara güvenmek istiyorsan, önce onların güvenini kazanmayı öğrenmelisin.”
Luliq’in eli titredi. Kendi içinde bunun doğru olmadığını biliyordu ama başka bir yolu da göremiyordu. Süngünün kabzası aniden avucunda yanmaya başladığında, gözlerini kocaman açarak silahı yere attı. Metal, yere düşerken tiz bir ses çıkardı ve kabzasından ucuna doğru erimeye başladı.
Metal yere düştüğünde, sanki bir sıcaklık dalgası yayıldı. Mary’nin bakışları kısa bir an süngüye takıldı, ama ağzını açmadı. Bunun ne anlama geldiğini yalnızca o biliyor gibiydi.
Herkes şaşkınlıkla süngüye bakarken, Luna ani bir hareketle Luliq’i omzundan kavrayıp geri itti. “Ne yaptığını sanıyorsun!” diye bağırdı Luna, öfkeyle. Fakat sonrasında yüzünden inen birkaç damla yaş ile öfkesi karışınca ona baktığında Luliq başını öne eğdi. Arthur ve diğerleri hemen aralarına mesafe koyarken, odadaki atmosfer iyice gerildi.
Luliq, sırtüstü yere düşmüşken gözlerini diğerlerine dikti. Onların güvensiz bakışları, kendisini daha da küçülmüş hissettiriyordu. *Silah avuçlarımda erirken, sadece çaresizlik hissettim. Bu, korktuğum gibi güçlü olamadığımın bir kanıtıydı. Luna'nın gözlerindeki öfke, hatamın ne kadar büyük olduğunu yüzüme vuruyordu. Onlara tekrar bakabilecek yüzüm yok.*
Mary bir adım öne çıktı ve Arthur’un omzuna dokunarak onu sakinleştirdi.
“Yeter!” dedi Mary, sesi odada yankılanarak. “Hepiniz sakinleşin. Sorunu çözmek istiyorsanız önce dinlemeyi öğrenin.” Çocuklar hala öfkeli bir şekilde Luliq'e bakıyordu.
“Aptal bir çocuk gibi davranmaktan vazgeç artık. Bize güvenmiyorsun biliyorum. Bizim de sana güvenmeyeceğimizi ve seni ele vereceğimizi düşünüyorsun. Ama aramızda olmanın ilk temeli budur. Güven.” Sesindeki otorite, odadaki gerilimi biraz olsun dağıttı.
Luna, hala sinirle karışık ağlayan bir şekilde Luliq’e bakarken, Mary bir adım daha yaklaştı. “Eğer güven istiyorsan, kim olduğunu saklayarak bunu elde edemezsin. Ama seni anlamak istiyoruz. Gerçekten kim olduğunu bize anlatmak istersen, hazırız.” Kimliğini deşifre etmeye çalışmakla hata yaptığını belirterek özür diledi.
Luliq, oturduğu yerden kendini toparlamaya çalıştı. Yüzü yanıyordu, sadece Luna’nın ona attığı o hüzün ve ihanete uğramış bakıştan değil, aynı zamanda utançtan. Diğerlerine baktı, onlara ne kadar uzak olduğunu hissetti. Ama belki de Mary haklıydı. Kendini açmadan, onlara ulaşması imkansızdı.
“Ben…” diye başladı, sesi neredeyse duyulmayacak kadar alçaktı. “Size anlatacağım. Ama önce bana biraz zaman verin.”