PROLOGUE
Gözümü kamaştıran ışıklardan başka bir şey göremiyordum. Bu parlak ışıklara, duyduğum metal çatırtıları ve gürültülü sirenler de eklenmişti. İnsanlar feryat ediyordu. Gözlerim bunların eşliğinde yavaşça kapanırken duyduğum her şey sanki daha da uzaklaşıyormuşçasına azalıyordu. Göz perdelerimden içeri sızan ışık bulanıklaşırken gözlerimi bir odanın loş ışığına açtım. Gözlerim odaya alıştıkça tepemde bana bakan, teni dolunay sırasındaki ay kadar parlak beyaz ve herhangi bir arının ürettiği en saf bal kadar sarı gözlere sahip bu kadını daha iyi görüyordum. O… İğrenmiş gibiydi. Yanındaki aynı tene sahip bir adama bana anlamsız gelen sözler mırıldandı. Bundan sonra gözlerimi yeni açtığım gerçeklik bulanıklaştı ve bilincime tutunamamaya başladım. Işıklar bir kez daha bulanıklaştı…
Bu ben Rhamise’e ikinci kez doğduktan sonrasının hikayesidir.
BÖLÜM 1
Gözlerimi bu dünyaya açalı aşağı yukarı 9 sene oldu. Neredeyse doğduğum andan itibaren ailem beni sürgün etti. Beni kabul edip büyütenler aynı benim gibi sürgün edilmiş kara elflerden başkası değildi.
Elfler kadar narin, güzel ve saf değildik. Onların ay ışığı gibi parlayan pürüzsüz tenleri aksine sanki gece ile yıkanmış, kül renginde ve hiç geçmeyen yaralarla dolu bir tenimiz vardı. Saçlarımız gümüş veya altından birer ipek değil, kömür siyahı saçlardı. Bazılarımızın gümüş renginde saçları vardı ama bu elfler tarafından dışlan-maya engel olamamıştı.
“Bu yaralar hiç geçmeyecek mi Harim Dede?” Dede harim bulunduğumuz kabilenin şefiydi, buradaki birçok kara elfi ölümün kıyısından kurtarmıştı. Bu cılız ve kir pas içindeki adamın herhangi bir yerin şefi olduğuna kimse inanmazdı belki ama o kendinden önce her zaman başkalarını düşünmesi ve kriz yönetimindeki beceresiyle bu konumu yeterince hak etmişti.
“Maalesef geçmeyecek evladım. Niye olduğunu bilmek ister misin?” Onaylarcasına kafamı salladım, meraklıydım.
“Bu yaralar biz doğarken bedenimiz manaya karşı hayatta kalacak kadar güçlü ancak sıyrık almadan kazanamayacak kadar zayıf olduğu için varlar. Saf mana o kadar güçlüdür ki bedeninde böyle kalıcı yaralar bırakır. Fakat manayı kontrol ede-” Harim dedenin sözleri başka biri tarafından kesilmişti. Önemli bir şey olmalıydı çünkü beni görür görmez gelen kişi Harim dedenin kulağına fısıldamaya başladı.
Geçen hafta kabileden birini gölgelere karışırken gördüğüm için manaya ve büyüye olan ilgim artmıştı.
O zamandan beridir Harim dedeyi anlatması için sıkıştırıyordum ve sonunda bunu başarmışken sözünün bölünmesi çok sinir bozucuydu.
“Tamam anladım, akşam toplantıda tekrar konuşalım bunu.” Deyip tekrar bana döndü Harim dede.
“Nerde kalmıştık? Ha, doğru. Manayı kontrol etmek. Bunun için çok önemli iki kavramı anlaman lazım; öz mana ve dünyevi mana. Öz mana vücudunda bulunan doğduğunda sana bu yaraları bırakan manadır. Öz manan ne kadar kuvvetliyse kontrol etmesi de bir o kadar zordur.”
“Peki nasıl kontrol ediyoruz Harim dede, bende gölgelere karışabilecek miyim?” Merakım sabrımın önüne geçmişti.
“Hahayt! Demek Eliir’i gördün de o yüzden başımın etini yiyorsun ha? Hele bi’ dur da bölme kerata, geleceğiz oralara.” Her ne kadar Harim dedenin yüzü gülse de Eliir amcanın adını anmasıyla gözlerine inan kasveti gizleyememişti. Belki de araları bozulmuştu? Ya da belki deminki adam Eliir amca hakkında kötü haberler getirmişti.
“Mananı kullanmadan önce onu hissetmen gere-kir. Farzet ki dünyamızdaki mana akan bir nehir, aynı akan bir nehri nasıl yakınına gelmeden havadaki nem değişiminden ve akan su sesinden ayırt edebilirsin. Önce bunda kendini geliştirmelisin, kendine ve etrafına duyularını aç, zihnini temizle. Geliştikçe aynı nefes almak gibi doğal bir eylem haline gelecek bu senin için.” Harim dede mananın inceliklerini anlatır-ken keyfi yerine geliyordu, gözlerine sanki hayalinin peşindeki bir çocuğun azimli ışıltısı yerleşmişti.
Yemek saati olduğunu ilan eden çan ile Harim dedenin sözleri yarıda kesildi. Dağıtım görevi onun olduğu için artık gitmesi gerekiyordu. Bende aç olduğum için hemen arkasından yürüyordum elbette.
İlk tasları daima çocuklara dağıtırdı Harim dede. Yemek sıkıntısı çekmediğimizde tepsilerimize ufak bir ekmek parçası daha sıkıştırıverirdi. Bugün buğday çorbası içiyorduk, yanına bulunduğumuz ormanda yetişen birkaç yemişten katılmıştı. Genelde bu erzak durumunun kötüye gittiğini gösterirdi. Yüksek ihtimalle yeni bir yağma yapılacaktı. Ormanımızın dışında, nehirden aşağı küçük bir insan kasabası bulunuyordu. Bugün çorbadaki buğday bile oradan elde edilmişti. Hep bir anca büyüyüp yağmalara katıl-manın hayalini kurardım. Belki de manamı kullanmayı öğrenebilirsem benimde katılmama izin verirlerdi?
This story has been taken without authorization. Report any sightings.
Aklımda bu düşüncelerle çorbamı bitirdim ve ailesi olmayan çocukların kaldığı derme çatma barakaya doğru yürümeye başladım. Günlerim bu barakada yaşıtım olan kara elflerle geçiyordu. Belki ailelerimiz bizi kabul etmemişti ancak birbirimize sahiptik. Üstelik tüm kabile bize çok iyi bakıyordu. Sessizce köşeme doğru geçtim ve Harim Dedenin bana söylediklerini anımsadım. Duyularımı ve odağımı arttırmak için meditasyon yapmaya başladım. Aslında yıllardır hissettiğim bir şey vardı, bir sıcaklık. Mana bu olabilir miydi? Ancak benden biraz bağımsız hisset-tiriyordu. Bu hissi pekiştirmeye, kendimi kaynağına yakınlaştırmaya çabalarken uyuyakalmışım.
Unutma. Beni. Hatırla. Görevini.
BÖLÜM 1.2
Kara elf kampının üstüne gelecek felaketlerin habercisiymişçesine bir hava hakimdi. Yaklaşan soğuklardan dolayı düşen yoğun sis ormanın bu ıssız taraflarını daha da korkunç gösteriyordu.
Kampın belli olmayan yollarında birkaç elf, yer-leşiminin geri kalanına bakıldığında pekte yıkık durmayan bir çadıra doğru hareketlendi. Yerleşkenin enginleri ve kamp şefi Harim her hafta bittiğinde ve önemli bir olay olduğunda bu çadırda toplanır, kamp için önemli konular tartışılır, erzak durumu ölçülürdü.
“Son sayıma göre en fazla dört günlük erzakımız var, en yakındaki köye gitmemiz bile bir günden uzun sürüyor, hızlı karar almazsak herkese yetecek yiyeceğimiz kalmadı. Baskın yapmak zorundayız” dedi enginlerden biri, sesi çadırdaki durgunluğu kırmıştı.
“Yapamayız, Eliir’den bu akşam mesaj geldi. Dediğine göre krallık şövalyeleri köye bir bölük yerleştirmiş. Onlar varken hiçbir yere baskın yapamayız.” Sakince karşı çıktı Harim.
“Son zamanlarda Rhuksa krallığı batıda askeri faaliyetlerini arttırdı, yüksek ihtimalle sınıra gitmeden önce dinlenmek için kalıyorlar. Beklemekten veya başka bir köye yönelmekten başka seçeneğimiz yok. Askerler kokumuzu aldığı gibi üstümüze binerler, hepimizin son günü olur.”
“Varmik’ten sonra en yakın köy nehrin kuzeyinde kalıyor, erzaklarla nehir geçmenin ne kadar zor olduğunu sende biliyorsun Harim. Hele aramızda taşımamıza yardımcı olacak bir büyü yapabilen yokken.” Başka elflerde tartışmaya katılmaya başlamıştı.
“Belki de kıçınızı çadırlardan kaldırıp büyünüzü geliştirseydiniz daha çok işe yarardınız, ne diyorsun Karmin? Verenica ile yiyişmekten vaktin kalmıyor galiba.” Gölgelerden fazla büyük olmayan ama yapılı bir figür belirdi. Bu Eliir’den başkası değildi.
Eliir’in katılması ile ortam gerilmişti. Bazı elflerin ondan çekindiği, bazılarının apaçık korktuğu belli oluyordu. Sonuçta kampın en güçlü sakini oydu. Manasını ve kendini gölgelere gizleyebiliyor, çok hızlı hareket edebiliyordu. Manasını gizleme konusunda pek iyi olmasa da biri özellikle aramadığında Eliir’in varlığını hissetmek pek mümkün olmuyordu.
Eliir yapabildiği büyü sayesinde uzun mesafeleri başkalarına göre daha hızlı kat edebilir, ulaşılması güç yerlere kolaylıkla girebilirdi. Her ne kadar yanında pek fazla bir şey taşıyamasa da arada insan evlerine girip kampın çocukları için oyuncak çalardı.
“Seni ilgilendirmeyen konular hakkında yorum yapmazsan daha mutlu bir hayatın olur Eliir. Herkes büyü yapmada usta olamıyor. Yaralarımızın ne kadar acı verdiğini sende biliyorsun.” Karmin huzursuzlandı, aklında ‘bu adam Verenica ile aramda geçenleri nerden biliyor?’ sorusu vardı.
“Hem sen büyünle erzakları karşıya rahatça geçiremez misin? Tek yapmamız gereken sana gölgelik oluşturmak.”
“Gölgeleri kullanırken yanımda çok şey taşıyamayacağımı biliyorsun. Elli metrelik nehirden erzakları karşıya geçirmek, belki en fazla on kez yapabilirim. Ondan sonrasını denersem yüksek ihtimalle yaralarımın acısından ve mana yetersiz-liğinden nehrin dibinde boğulurum. İstediğin buysa bir sorunum yok tabii.” Eliir dalga geçse de sesi ciddi bir tona sahipti.
“Köprüyü kullanamaz mıyız? Belki hızlı olursak fazla gecikmeden geri dönebiliriz.” Konuşmayı bekleyen elflerden biri tartışmaya girdi.
“Altı günlük yolu sekiz güne uzatırız. Ki bu sadece dönüşte köprüyü kullanarak. Kampı günlerce aç bırakamayız.” Dedi Harim, kamp için endişelense de her iki seçeneğinde sıkıntılı tarafları olduğunu biliyordu.
“Peki ya ormanda avlansak? Yaban domuzlarının bu mevsimde yakınlarda olması lazım. Birkaç tane avlayabilirsek nehirden geçip dönene kadar köye yetecek kadar erzak çıkabilir.” Herkes fikrini belirtmeye başlamıştı.
“Bu en iyi savaşçılarımızı geride bırakmamızı gerektirir.” Dedi köşede sessizce duran bir elf.
“Yaban domuzu avlamak kolay iş değil, büyük birer yırtıcı olduklarından dolayı çevrede kolayca avla-yabileceğimiz hayvan sayısı da az. Baskında bir sorun çıkarsa ne yapacağız?”
“Baru haklı, eğer bir terslik çıkarsa baskındakiler tehlikeye girer. Üstelik kampta daha çok kişinin kalması kalan erzakın daha çok kişiye bölünmesi demek. Bu kampı daha çok sıkıntıya sokmaz mı?” Karim etrafına onay istercesine baktı. Şansına onu farkeden Eliir oldu.
“Ben geride kalabilirim. Kendi başıma yalnız kalmış bir tanesini indirebilirim herhalde. O kadar güçlendiğimi hissediyorum. Üstelik geçen şövalye-lerden bu bıçağı aşırdım. Oldukça yüksek kalitede ve bir basilisk dişi kadar da keskin. Belki de cidden basilisk dişinden yapılmıştır, bilemem.” Harim’e doğru baktı. Her ikiside bir anca ortak bir noktada buluşulmanın önemini biliyordu.
“O zaman itirazı olan yoksa yarın ilk iş Vharak’a baskına yola çıkıyoruz. Karim ve Eliir kampta kalıyor. Atlarımızdan biri kaçtığından dolayı artık 10 yerine 8 kişiyi taşıyabiliriz. Yanımızda getirebileceğimiz erzakta buna oranla daha az olacak. Fazladan 2 kişinin daha kampta kalması ve düzeni sağlaması gerekiyor. Olabildiğince tasarruflu davranın.” Dedikten sonra Harim itiraz edecek biri var mı diye bekledi. Kimse alınan karara karşı çıkmayınca birkaç lojistik üzerinde kararlar alındı ve toplantının görece kısa sürmesiyle elfler geldikleri gibi sise karışarak çadırı terketti.