Novels2Search

-- Prolog --

Favori kanepemde bir şekilde telefonla çalışıyordum. Gündem, her zamanki gibi bir sürü olayla doluydu: Trump'a suikast, bazı dini cinayetlerin ölümü ve daha pek çok şey. Dünya sürekli bir hareket halindedir. İçimden bir "sıkıcı" adım attı. Derin bir iç çekişle telefonumu kanepenin köşesine fırlattım, görüntüyü kafamın arkasına kavuşturdum ve sararmış tavana odaklandım.

Liseden yeni mezun olmuştum, ama pek çalışkan veya başarılı bir öğrenci değildim. Şu anda tam anlamıyla parçacıklar halindeyim. Aslında şu an, aileme yük olmaması için iş arıyor olmam(mali durumumuz iyi değil) veya sıradan bir üniversiteye gidip geldiğinizin birkaç yılını orada geçirmeye hazırlanmam gerekiyordu.

İçten dışa açılanım.

"Hasiktir!"

Ayak serçemi sehpanın vuruşuyla vurdum. "Hay sikiyim, kim onu oraya koymayı akıl etti?" diye düşündüm, ama muhtemelen babamdır. Böyle dahiyane bir fikir ancak ondan çıkabilir.

Ayağımı biraz ipekleyip ağrının düzelmesini başardım. Ek olarak, ayrıntıların doğru ilerlemeye başladım. Her adımımda ayak bileğimdeki kireçlenmeden gelen çıtçıt sesleri duyuluyordu.

Kaderime sinirli bir şekilde, anında göğsümde dayanılmaz bir acı hissettim. Sağ elimle refleks olarak göğsümü kavradım. Acı azalmıyordu, aksine acı giderek büyüyordu. Bir gümlemeyle yere yığıldım.

'Galiba kalp krizi geçiriyorum… Hay anasını, ben daha çok gencim,' diyenleri izleyenlerin.

Annem patırtıyı duymuş olmalı ki, göz ucuyla oturma şekline giren şekli farklı uygulamıştım. Sesler ve görüntüler benden uzaklaşıp silikleşirken, annemin panik halindeki yüzünü görmek zor olmadı. Telefonunu eline alıp bir şeyleri yapmaya başladı. Galiba ambulansı çağırıyordu.

Gençlerin kalp krizinden sağ kurtulma şansının yaşlılardan çok daha az olduğunu duymuştum. Umarım bu bilgi yanlıştır.

Stolen from its rightful place, this narrative is not meant to be on Amazon; report any sightings.

Ve o an, bilincim tamamen karardı.

"Asansörsüz ev mi kaldı artık..."

Nefes nefese merdivenleri çıkarken bu düşünceleri değiştirdin. Son basamağı da zorluklarla çıktım ve açık kapıdan dairelerden oluşana kadar. Ekip arkadaşları da hemen peşimden aceleyle hareket edeceklerdi. Birimizin ortamındaki ciddi sıkıntılar vardı.

Küçük dairenin koridordan oturma şekli geçer geçmez yerde yatan genç bir adam ve başında ağlayan kişiyi gördüm. Gencin Siyah hayatlarının dağılmıştı, yakışıklı sayılabilecek bir siması vardı, ama vücudunun hareketsizliğine dikkat çekiyordu. Kadının feryadı, sessizliğin artması da daha belirgindi.

“Hanımefendi, lütfen çekilin!” Sert ama nazik bir sesle dedim.

Kadın, gözyaşlarını titreyen elleriyle silerek hemen geri çekildi. Diz çöküp gencin nabzını ve nefesini kontrol ettim. İkisi de yoktu. Göz ucuyla ekip arkadaşlarına baktım.

“Sedyeyi ayarlayın, çabuk!” diye talimat verdim.

Hemen gencin üzerine eğilip kalp masajına başladım. Ritmik bir şekilde baskı uygularken zihnimde acı bir sabırsızlık vardı. Siktiğimin sedyesi nerede kaldı!

Sonunda sedye getirildiğinde, kırdan yerden sedyeye yerleştirilir. Sedyedeki gençle küçük dairelerden hızla uzaklaştık ve yollardan aşağı hızla inmeye başladık. Ancak merdivenler hem dar hem de sıkışıktı. Ayağım bir basamaktan kayınca sedye neredeyse düşecekti. Kalbimi yerinden oynatacak gibi oldu, ama dengemizi toparlayıp yolumuza devam ettik.

İçimden, “Sikeyim bu merdiveni de, apartmanı yapanı da…” diye homurdandım. Bir yandan öfke, bir yandan zamana karşı yarışının verdiği stres…

Sonunda ambulansa ulaştık ve genci hızla içeri taşıdık. Sirenler çalmaya başlayınca hemen hareket ettik. Yol boyunca kalp masajına devam ettiniz. Her saniye, baskısı daha da ağır bir yükte görünüyor.

Kısa sürede iyileşme vardı. Olabilecek en hızlı şekilde acil servis bölümüne girdik ve gencin danışmanlık doktorasını hızla özetledik. Doktor, defibrilatörü hazırlayıp gencin göğsünde şok sorunları başladı. Elektrik akımının sesi odada yankılanırken umutla beklenir. Ancak hiçbir yanıt alamadık.

Yaklaşık 20 dakika boyunca hiç müdahale etmeden müdahale ettik. Herkesin yüzü yorgun ve karamsardı. Doktor, sonunda sessizliği bozarak ağır bir sesle konuştu:

“Ölüm saati: 18.43…”

Aralarındaki Resmi kağıtta biriktirme yazmaya başladı. Bizse, odayı terkettik. Mesleğimiz de pek de nadir olmayan bir olaydı ancak alışılması pek olmayan bir histi... birinin mümkün ellerinden kayıp gitmesi hissi.

Hastane koridorunda bir köşeye çekilip dinlenmeye devam edilirken telsizden yeni bir çağrı duyuldu. Ah hayat, dinlenmemize bile izin vermiyordu. Yeni bir hasta, yeni bir mücadele… Ve biz, bir kez daha aceleyle yola koyulduk.

Previous Chapter
Next Chapter